23 Aralık 2019 Pazartesi

Eski Mısır’ın Şimdiye Kadar Üretilen En Gerçekçi Canlandırması Yapıldı





Eski Mısır’ın Şimdiye Kadar Üretilen En Gerçekçi Canlandırması Yapıldı



Eski Mısır’ın şimdiye kadar üretilen en gerçekçi canlandırmasına sahip olan Ubisoft’un “Origins” adlı en son Assassin’s Creed oyunu Cuma günü piyasaya çıktı. Oyun tasarımcıları, Eski Mısır’ı çarpıcı ayrıntılarla canlandıran muhteşem, gerçekçi bir dünya yaratmak için tarihçilerle ve eski Mısır bilimcilerle yakından çalıştılar. İlk kez oyun, savaşsız bir ‘keşif modu’ içerdiğinden sınıflarda bir eğitim aracı olarak öğretmenler tarafından kullanılabilir.
Ubisoft, sitesinin soru ve cevap kısmında tarih kitaplarında kolayca bulunamayan Mısır yaşamındaki boşlukları doldurmaya yardımcı olmaları için tarihçiler ve Mısırlı uzmanlarla çok yakından çalışmak zorunda olduklarını belirtti. “Bazı durumlarda bu eksiklik bize, eski oyunlarda yaptığımız gibi bilinen tarihi yeniden canlandırmak yerine Eski Mısır’ın bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmak ve tasvir etmek konusunda zorluklar yaşattı. Bu sebeple, sanat ekibimiz tarafından gerçeği ve o zamanki Eski Mısır’ın verdiği genel hissi yansıtmak için yapılan inanılmaz çalışmaya fazlasıyla güveniyoruz.”
Ubisoft’un bu proje için danıştığı kişilerden biri, Sherbrooke Üniversitesinde Mısır bilimci ve tarih profesörü ve aynı zamanda Quebec City’de ki Merici Kolejinde bir genel tarih, araştırma ve politika yöntembilimi profesörü olan Evelyne Ferron’du.
“Ekibe, o zamanlarda evlerin neye benzediği ve hangi renklerin kullanıldığı konusunda yardımcı oldum. Düşünmek zorunda olduğum konulardan birisi de, Cleopatra döneminde ki elbette orada piramitler de vardı ama o zamanlar 2.000 ila 2.500 yıllık olmalarıydı.” diyor Bayan Ferron [MobileSyrup aracılığıyla]. “Yani biz, piramitlerin kireçtaşının beyaz yüzeyiyle kaplı olduğunu biliyorduk fakat aynı zamanda onların kumla soldurulması gerekiyordu çünkü Mısır’da kumlar her şeyi kaplıyordu.”


Assassin’sCreed: Tarihsel Gerçeklikle Tarihsel Kurgunun Buluştuğu Yer

Ubisoft tarafından geliştirilen aksiyon-macera türündeki video oyunu serisi Assassin’s Creed, tarihsel kurguyu, gerçek tarihsel olaylar ve figürlerle harmanlıyor; oyuncuları eski Kudüs’ten ve Şam’dan Osmanlı liderliğindeki Konstantinopolis’e, 15. yüzyıl Floransa, Venedik ve Roma ve Victoria Dönemi Londra’sına götürerek onların büyük tarihsel olayların çarpıcı detaylarını tecrübe etmesini sağlıyor. Serideki en son oyun olan Assassin’s Creed Origins’de ise oyuncular, Batlamyus Dönemi Mısır’ını gerçekçi bir şekilde keşfediyorlar.
Ubisoft, “Tam tarih vermek gerekirse oyun, M.Ö. 49’da, yani Mısır tarihindeki önemli bir zamanda başlıyor” diye belirtmektedir.”Yüzyıllar boyu süren ihtişam ve başarıların ardından, Eski Mısır şimdi sonunun başlangıcındadır. Yakında firavun dönemi sona erecek, Tanrılar ölecek ve yaşam tarzı sonsuza kadar değişecektir. Yeni bir dünya düzeni gelmektedir. Bunların hepsi, Cleopatra gibi destansı insanların tahta geçmek için savaşmasıyla başlamıştır.
Yeni oyun, oyuncuları binlerce yıldır Eski Mısır’ı etkisi altına alan hayal ve mistisizmi tetikleyen tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Büyük Piramitlerin sırrı ne? Hayvan kafalı adamlar kimler? Tanrılar kimdi ve neler yaptılar?


 Assassin’s Creed Keşif Turu

Ancak, kan ve savaş olmadan eski Mısır’ın inanılmaz grafikleri ve canlandırmasını görmek isteyenler insanlar ne olacak? ‘Keşif Turu’ adı verilen yeni bir mod sayesinde, oyuncular şimdi bunu yapabilecekler. Eğitici mod, kullanıcılara Antik Mısır’ı derinlemesine inceleme şansı verirken aynı zamanda küratörlüğünü tarihçiler ve Mısır bilimcilerin yaptığı düzinelerce rehberli turla antik kentleri, firavunların hayatlarını, gerçek eserlerin canlandırılmasını ve mumyalama gibi eski uygulamaları en çarpıcı detayına kadar keşfedebiliyorlar.
Ferron “Farklı duraklarınız var ve birine ulaştığınızda orada mumyalama süreci gibi yazılı bir açıklama göreceksiniz. Ama orada mumyalama hakkında bilgi veren bir konuşmacı da olacak.” dedi [MobilSyrup aracılığıyla]. “Hikayede yeri olmayan karakterlerin organları çıkarıldığında duyacağınız gerçekçi bir ses bile olacak. Öğrencinin yaşına ve eğitim seviyesine bağlı olarak görsel, bilgilendirici ve yazılı açıklama çoğunlukla evrensel olacaktır.”
Bir oyun sever olsa da olmasa da tarih meraklılarının, Assassin’s Creed: Origins’de görülen Eski Mısır’ın çarpıcı canlandırmasına hayran kalacaklarına kuşku yoktur.

22 Aralık 2019 Pazar

Akdeniz’de 7.000 Yıllık Deniz Duvarı Bulundu


               Tel Hreiz arkeolojik alanında sığ suda görülen taş duvar.

Akdeniz’de 7.000 Yıllık Deniz Duvarı Bulundu
İsrail’in Carmel Sahili’ndeki Neolitik köylüler, yerleşimlerini Akdeniz’de yükselen deniz seviyelerine karşı korumak için bir deniz duvarı inşa etmiş.

Bulgular, insanlığın yükselen okyanuslara ve sellere karşı mücadelesini binlerce yıl geriye götürüyor.
Araştırmacılar, dünyanın herhangi bir yerinden bilinen en eski kıyı savunma sistemini ortaya çıkardılar ve analiz ettiler. Eski yerleşimcilerin kayalarla inşa ettiği bu kıyı savunma sistemi, köylerine 1-2 kilometre mesafedeki nehir yataklarından toplanan taşlarla yapılmış.
PLOS ONE dergisinde yayımlanan çalışmada Dr. Ehud Galili, 100 metreden uzun deniz duvarının geçici bir önlem olduğunu ve antik köyün en nihayetinde terk edildiğini ve sular altında kaldığını açıkladı.
Bu keşif, deniz seviyesinin yükselmesinin yol açtığı mevcut tehditlere karşı eski insan tepkileri hakkında yeni bilgiler veriyor.
Dr. Galili, “Neolitik dönem boyunca, Akdeniz nüfusu, deniz seviyesinde yılda 4 ila 7 mm veya bir ömür boyunca yaklaşık 12-21 cm yükselme görmüş olmalıydı. Bu oran 100 yılda yaklaşık 70 cm’ye denk geliyor. Deniz seviyesindeki bu artış, köye zarar veren yıkıcı fırtınaların sıklığının önemli ölçüde artacağı anlamına geliyor.” diyor.
“Çevresel değişiklikler, bir yerleşimin ömrü boyunca birkaç yüzyıl içinde insanlar tarafından fark edilebilirdi. Sonunda biriken yıllık deniz seviyesi, şu anda dünyada gördüklerimize benzer bir kıyı koruma duvarı inşa etmeyi içeren insan müdahalesini gerekli kıldı.”
Bugün batan başkent Jakarta ile karşılaştırılabilir bir senaryoda, eski Tel Hreiz, deniz seviyesinden 3 metreye kadar güvenli bir yükseklikte inşa edildi, ancak yılda 7 mm’ye kadar buzul deniz seviyesi artışları yerleşimciler ve evleri için bir tehdit oluşturdu.
Tel Hreiz arkeolojik alanındaki bulgular. A-B: taş duvarın sığ suda görünümü. C: deniz dibindeki ahşap kazıklar. D: İkiyüzlü çakmaktaşı. E: Kumtaşından yapılmış in-situ kase. F: Bazalt taşından öğütme taşı. G: Bir mezar kalıntıları. H: Olası bir taş mezar. I: Mezopotamya geyiği boynuzu, in-situ.
Araştırmanın eş yazarı Dr. Jonathan Benjamin, Tel Hreiz yerleşiminin ilk olarak 1960’larda potansiyel bir arkeolojik alan olarak kabul edildiğini, ancak 2012’de doğal süreçler ile ortaya çıkan alanların, daha önce bilinmeyen arkeolojik materyali ortaya çıkardığını söylüyor.
Bölgedeki diğer batık köylerin hiçbirinde bilinen benzer bir yapı yok, bu da Tel Hreiz bölgesini, insanın Neolitik deniz seviyesindeki yükselişe verdiği tepki için eşsiz bir örnek haline getiriyor.
“Modern deniz seviyesindeki yükseliş halihazırda dünya genelinde kıyı erozyonuna neden oluyor. Kıyı nüfusu ve yerleşim yerlerinin büyüklüğü göz önüne alındığında, gelecekteki tahmini nüfus yer değiştirmesinin büyüklüğü, Neolitik dönemde insanlar üzerindeki etkilere göre oldukça farklı.”
Araştırmacılara göre, mevcut tahminler, 21. yüzyıl deniz seviyesinin yıllık 1.7 ila 3 mm arasında değişeceğini öngörüyor ve bu, antik deniz duvarını inşa eden Neolitik toplumun yaşadığı tehdide kıyasla daha küçük bir değişikliği temsil ediyor, ancak aynı zorlukların birçoğu ortaya çıkacak.

Phys. 18 Aralık 2019.
Makale: Ehud Galili, Jonathan Benjamin et al. 2019. A submerged 7000-year-old village and seawall demonstrate earliest known coastal defence against sea-level rise. PLOS ONE.

20 Aralık 2019 Cuma

Afrika’nın En Eski Yazılı Dillerinden Birinin Örnekleri Bulundu



.

Ataqeloula steli. C: Vincent Francigny / Sedeinga arkeolojik kazıları
Afrika’nın En Eski Yazılı Dillerinden Birinin Örnekleri Bulundu
Sudan’daki arkeologlar, Afrika’nın en eski yazılı dillerinden olan Meroitik yazıtların bugüne kadarki en büyük topluluğunu ortaya çıkardılar

Sudan’daki arkeologlar, Nil Nehri kenarında yer alan Sedeinga nekropolünde, nadir taş yazıtlardan oluşan büyük bir koleksiyonu ortaya çıkardı. Afrika’nın en eski yazılı dillerinden biri olan Meroitik dilinde yazılmış metinler, mezar yazıtları olarak kullanılmış.
Yeni bulunan yazıtlar çok büyük bir potansiyele sahip. Yapılan keşif, şimdiye kadar keşfedilmiş Meroitik yazıtların en büyük topluluğu olduğu için, bugüne kadar sadece kısmen deşifre edilen dilin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir.
Yapılan basın açıklamasına göre, Sedeinga’nın arkeolojik alanı bir zamanlar Napata ve Meroe krallıklarının (Antik Mısır komşuları tarafından “Kush krallığı” olarak adlandırılırdı) bir parçası ve 80 küçük tuğla piramidinin kalıntılarını ve yaklaşık MÖ 700 ile MS 300 yılları arasındaki kültürel döneme ait 100 mezardan daha fazlasını içeriyor.

Nekropolün minyatür piramitleri başlangıçta Mısır’ın masif anıtlarından esinlenmişti, ama daha sonra Meroitikler, mezarlara ve piramitlere ölüleri ibadet edebilecekleri şapelleri ve odaları dahil etmek için yeniden tasarladılar.
2009’dan beri, CNRS ve Sorbonne’dan arkeologlar, mezarların evrimini izlemek için bir zaman çizelgesi oluşturma üzerine odaklanmışlardı.
Mezarlık metinlerine ek olarak, arkeologlar ayrıca, “Meroitik mezar sanatının muhteşem örnekleri” olarak nitelendirilen, süslenmiş ve yazılı kumtaşı parçaları buldular.

Tanrıça Maat. C: Vincent Francigny / Sedeinga arkeolojik kazıları
Kazıda bulunan ilginç buluntulardan biri de, düzen, eşitlik ve barış tanrıçası Maat’ın tasviri ile bir şapele ait lento ya da yapısal bir kiriş. Arkeologlar ilk defa Maat’ın siyah Afrika özellikleriyle bir tasvirini keşfediyorlar.
Bölgedeki başka bir bulgu olan mezar steli ise, Lady Maliwarase adıyla yüksek rütbeli bir kadını tanımlıyor ve onun kraliyetle olan bağlantısını detaylandırıyor.
Bu tür yazıtlar, tarihçilerin Meroe geçmişini bir araya getirmesine yardımcı olacak. Örneğin, yukarıda bahsedilen bulgular, Meroe krallığında kadınlardan geçen soyun önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Kazı eş başkanı Vincent Francigny, “Her metinde bir hikâye anlatılıyor: ölen kişinin ve her iki ebeveynin adı, bazen meslekleri ile; yer isimleri de dahil olmak üzere krallığın yönetimindeki kariyeri; prestijli başlıklar ile genişletilmiş aile ile ilişkisi.” diyor.
“Örneğin, yeni yerler tespit edebilir ya da olası yerlerini tahmin edebiliriz. Krallık eyaletlerindeki dini ve kraliyet idaresinin yapısını öğrenebiliriz.”
Sedeinga kazısının en az 2020 yılına kadar devam etmesi planlanıyor.

Smithsonian mag. 13 Nisan 2018.

18 Aralık 2019 Çarşamba

SUDAN' IN SAKLI HAZİNESİ: PİRAMİTLER

Fotoğraf açıklaması yok.


SUDAN' IN SAKLI HAZİNESİ: PİRAMİTLER
Antik dönemde Nubya olarak adlandırılan bugünkü Sudan toprakları Eski Mısır medeniyetinin gölgesinde kalmış da olsa görkemli anıtlara ve önemli bir uygarlığa ev sahipliği yapmıştır: Kush Krallığı
Kush kültürü üç periyoda ayrılır: Kerma kenti merkezli ilk dönem M.Ö. 2600-1520 tarihlerine tekabül eder. M.Ö. 795-542 arası periyot, ki bu periyotta Kush, Mısır’ın bir kolonisi iken bağımsız bir krallık olmuş , hatta Mısır’ı fetheden Kush kralları, Mısır’ın 25.Sülalesi’ni oluşturmuşlardır. Krallığın son dönemi ise Meroe’nin başkent olduğu M.Ö.6 yüzyıl ile Axum Krallığı tarafından yok edildiği M.S.4.yüzyıl arasını kapsayan kesittir. Sudan'da 250’nin üzerinde piramit mezar bulunmaktadır ki bunların sayısı, Mısır’daki benzerlerinden çok daha fazladır.
Sudan Çölü'nde 2000 yıldır tek başına duran bu piramitler, M.Ö. 2600 yılından yaklaşık olarak M.S. 300 yılına kadar antik Nubya olarak bilinen bu bölgenin simgesi haline gelmiş , Kuşitler kendi krallarını ve kraliçelerini piramit mezarlarında gömmek için birçok ritüeli uygulamıştır. Zamansal olarak Nubya piramitleri, Mısır piramitlerinden sonra inşa edilmiştir ve kral ve kraliçelerinin anıtmezarları olarak kullanılmıştır. Nubyalılar, Mısır kültürünü ve dinini sahiplenmiştir ki, bunu özellikle ölü gömme geleneklerinde açıkça görebiliyoruz. Nubya piramitlleri özellikle işlevsel açıdan Mısırdaki benzelerinden ayrılır; Burada firavunun naşının bulunduğu mezar odasını gizlemek değil aksine kralın anısını yaşatmak ön plandaydı. Mısır’da mezar piramidin içindeyken Nubya’da toprağın altındaydı ve piramit bunun üzerine inşa edilirdi. Nubya piramitleri ayrıca sadece kraliyet üyeleri için değil, yüksek dereceli rahipler ve memurlar için de yapılmıştı. Ön cephelerinde pilonlu küçük bir tapınak bulunan Kuşit piramitlerine bir merdivenle toprak altındaki mezar odasına ulaşılırdı ve bu mezar odaları değerli hazineleri bünyesinde barındırırdı. Mısır’daki Giza piramitlerinin aksine, Nubya piramitlerinin birçoğu daha dik kenarlara ve daha dar tabanlara sahip olmakla birlikte kurbanların adandığı tapınaklarla bitişik konumda bulunurdu.

12 Aralık 2019 Perşembe

Mısır'da Ölüm Sonrası Fikri - E. A. Wallis Budge

Mısır'da Ölüm Sonrası Fikri - E. A. Wallis Budge ile ilgili görsel sonucu




Mısır'da Ölüm Sonrası Fikri - E. A. Wallis Budge :https://yadi.sk/i/DYKOV7_pPaRMyA?fbclid=IwAR0Leg3HfOIkICcUiOaW6waEe9XEBsBolYZmxDz5n9JkMnIjMKT4T3Xt1CE

3,335 yıl önce – Tutankhamen.



3,335 yıl önce – Tutankhamen.
Tutankamon, MÖ 1341 – MÖ 1323 yılları arasında yaşayan Mısırlı bir firavundu. 1922’de neredeyse bozulmamış mezarının keşfi dünya çapında basında yer aldı. Hafifçe intihar etti ve 19 yaşında, 19 yaşında iken kabaca 5 fit 11 boydaydı. DNA testleri Tutankamon’un ensest bir ilişkinin sonucu olduğunu gösterdi; babası Akhenaten ve annesi Akhenaten’in 5 kız kardeşinden biriydi. BT görüntüleri ensest çocukları arasında yaygın görülen konjenital kusurları keşfetti. Büyük ön kesici dişleri ve kraliyet çizgisinin karakteristik özelliği olan aşırı ısırığı vardı. Ayrıca uzun bir kafatasına, hafif bir yarık damak ve muhtemelen hafif kavisli bir omurgasına sahipti. İki kardeşi (ve üvey kız kardeşi) Ankhesenamun ile doğmuş iki çocuğu olan mumyalanmış fetüslerle birlikte gömülmüştür. Tutankamon’un erken ölümünün kesin nedeni bilinmemektedir; Yetiştiriciliğin yol açtığı bazı genetik bozuklukların yanı sıra, kısa süresinde birçok kez sıtmanın en ağır suşundan etkilenmiş ve muhtemelen sakatlayıcı bir kemik hastalığından muzdarip olmuştur. BT taraması, ölümünden kısa bir süre önce bacağını kötü bir şekilde kırdığını ve bacağın enfekte olduğunu gösterdi.

Etiyopya'da Aksum Krallığı dönemine ait kayıp şehir bulundu


Etiyopya'da Aksum Krallığı dönemine ait kayıp şehir bulundu

Etiyopya'da Aksum Krallığı dönemine ait kayıp şehir bulundu


Etiyopya'da Aksum Krallığı döneminde ticari merkezlerden biri olduğu anlaşılan ve Afrika'daki Hristiyanlık tarihine ışık tutacak kayıp bir şehir keşfedildi.

Aralarında Johns Hopkins Üniversitesi ve Yale Üniversitesinden araştırmacıların bulunduğu arkeologlar, Antiquity dergisinde yayımladıkları
makalede, hakkında az şey bilinen Aksum Krallığı medeniyetine ilişkin önemli bir keşif yaptıklarını duyurdu.

Etiyopya'nın kuzeyindeki Tigray eyaletinde bulunan ve "Beta Semani" olarak adlandırılan kayıp şehirde, birbirinden ilginç kişisel eşyaların yanı sıra 4. yüzyıla ait bir kilise de bulundu.

Radyokarbon tekniğiyle buradaki ilk yaşamın milattan önce 750 yılına uzandığı anlaşılırken, bölgenin daha sonra Kızıldeniz'i krallığın başkenti Aksum şehrine bağlayan bir ticari merkeze dönüştüğü belirtildi.
Kral Necaşi dönemine ait paralar bulundu

Fotoğrafları paylaşılan bulgular arasında üzerinde boğa figürü bulunan altın bir yüzük ve haçlarla süslenmiş madeni paralar da var.

Paraların arasında İslam'ın yayıldığı ilk dönemlerde Müslüman muhacirlere kucak açan Aksum Kralı Ashame (Kral Necaşi) dönemine ait olanları da bulunuyor. O döneme ait paraların üzerindeki kral resimleri dikkati çekiyor.

Milat ile milattan sonra 9. yüzyıl arasında hüküm süren Aksum Krallığı, 4. yüzyılda Hristiyanlığı kabul etmesinin ardından Sahra Altı Afrika'da bu dinin yayılmasında önemli rol oynadı.

Aksum Krallığı, bugünkü Etiyopya, Cibuti, Somali, Eritre, Yemen, Suudi Arabistan'ın güneyi, Mısır ve Sudan'ın bazı bölgelerinde hüküm sürüyordu.

Mısır'da Firavun II. Ramses'e ait yeni bir heykel bulundu

Mısır'da Firavun II. Ramses'e ait yeni bir heykel bulundu

Mısır'da Firavun II. Ramses'e ait yeni bir heykel bulundu


Mısır Eski Eserler Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, Gize kentinde yapılan arkeoloji kazıları sırasında Firavun II. Ramses'in yeni bir heykeli bulundu.

Mısır Tarihi Eserler Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Dr. Mustafa Veziri yaptığı açıklamada, yapılan keşfin nadir arkeolojik keşiflerden biri olarak kabul edildiğini vurgulayarak, arkeologlardan oluşan kazı ekibinin II. Ramses'in heykelinin üst kısmını bulduğunu belirtti.
Heykelin keşfedilen kısmının 105 cm. yüksekliğinde, 55 cm. genişliğinde ve 45 cm. kalınlığında olduğunu söyleyen Veziri, II. Ramses'in bir peruk ve üzerinde 'Ka' (Firavunlar için güç ve canlılık işareti) sembolü bulunan bir taç taktığını söyledi.
Heykelde II. Ramses'in takma adı 'Ka Nakht Mari Ma'at' yazılı


Dr. Mustafa Veziri ayrıca, heykelin sırt kısmında ise, Kral II. Ramses'in takma adı olan 'Ka Nakht Mari Ma'at' olarak yazılmış ve 'Güçlü boğa sevimli Ma'at' anlamına gelen bir yazı bulunduğunu söyledi.



Antik Mısır Heykellerinin Burunları Neden Kırık?




Solda, III. Amenemhat’ın Heykeli, yaklaşık MÖ 1859-1814. C: Cleveland Sanat Müzesi. Sağda: III. Senwosret’in yüzü. Yaklaşık MÖ 1878-1840. C: Metropolitan Sanat Müzesi.


Antik Mısır Heykellerinin Burunları Neden Kırık?



Yıllardır Antik Mısır heykellerinin burnunun kırık olmasının nedeninin, normal bir aşınmanın sonucu olduğu düşünülüyordu. Ancak birçok heykelin kırık burunlu olmasının asıl nedeni ortaya çıktı: bilerek kırılmışlardı!


Birçok arkeolog ve müze küratörü gibi, Brooklyn Müzesi’ndeki Mısır, Klasik ve Eski Yakın Doğu koleksiyonlarından sorumlu Edward Bleiberg, pek çok Antik Mısır heykelinin burunlarının eski oldukları için kırıldığını varsaymıştı.
Ancak Bleiberg, bunun müze ziyaretçilerinin sorduğu en sık sorulan sorulardan biri olduğunu fark ettiğinde, konuyu daha yakından incelemeye karar verdi.
Evet, üç boyutlu bir heykelin üzerindeki çıkıntılı burnun kolayca kırılabileceği mantıklı görünüyor, ancak düz kabartmalarda da burunların kırıldığını fark ettiğinizde, komplo çok hızlı bir şekilde büyüyor ve bu kazayla kolayca gerçekleşemez. Bunu birisi bilerek yapıyor olmalıydı. Peki neden?
Solda: bir devlet yetkilisinin yüzü. MÖ 380–342. C: Metropolitan Sanat Müzesi. Sağda, Amenhotep, Nebiry’nin oğlu. Yaklaşık MÖ 1426–1400. Brooklyn Müzesi
Konuyla ilgili bir serginin küratörlüğüne yardımcı olan Bleiberg’e göre, yanıt, bu heykellerin, ikonoklazma (ikon düşmanlığı) örgütlü eylemlerinde kasıtlı olarak hasar görmüş olması.
Bleiberg’in anlattığı gibi, ipuçlarını takip ettiğinizde, bulduğunuz şey, bölgenin eski yöneticilerinin siyasi hedeflerine işaret eden yaygın bir kasıtlı yıkım modeli.
Mısır devletinin dini, kralların karşılığında Mısır’a bakan bir tanrı sağladığı bir düzenlemeden oluşuyordu. Heykeller ve kabartmalar genellikle tanrıların seçkinlerden gelen sunuları aldığını gösteriyor. Ayrıca Antik Mısırlılar, tanrıların ve insanların görüntülerinin gücünün olduğuna (veya bir tanrının ya da kişinin özünün ya da ruhunun kendilerine adanmış bir heykelde yaşayabileceğine) inandığı için, heykellerin ritüelleri yerine getirmede, tanrıları “beslemede” ve tanrıların gücünü korumada aktif bir rolü vardı. Sonuç olarak İkonoklazm eylemleri bu gücü bozabilirdi.
Setju’nun steli. Yaklaşık MÖ 2500-2350. C: Brooklyn Müzesi.
Yıkım eğilimleri, hedeflerin “bir görüntünün gücünü” devre dışı bırakmak için özel olarak seçildiğini ortaya koyuyor. Bir burnu parçalamak, heykel ruhunun nefes almasını önleyecekti. Kulaklarını kırmak bir duayı duyamamasına neden olacaktı. İlahi işaretleri kırmak güçlerini etkisiz hale getirebilirdi. Sağ eli kesmek, sunuları almalarını engelleyecekti. Ve insanların tanrılara sunular verdiğini gösteren heykellerde, sol kolu parçalamak bu tekliflerin yapılmasını önleyecekti.
Söz konusu heykellerin kırılmış burunları, sistematik bir ikonoklazma kampanyası olduğuna dair tek ipucu değil: Kendi tasvirinin zarar görmesine dair endişeleri gösteren yazılı metinler var. Ayrıca firavunların, tasvirlerine zarar vermeye cesaret edebilecek herkese korkunç cezalar vereceğine dair kararnameler yayınlıyordu.
Solda, Yuny ve Karısı Renenutet, MÖ 1294-1279. Sağda, Ritüel Figür, MÖ 380–246. C: Metropolitan Sanat Müzesi
Gerçekten de, “büyük ölçekte ikonoklazma… esas olarak politikti” diyor Bleiberg. Heykelleri kırmak, hırslı yöneticilerin, tarihi kendi avantajlarına yeniden yazma konusunda yardımcı oldu.
Yüzyıllar boyunca bu yok etme eylemi, genellikle cinsiyet çizgileri boyunca ortaya çıktı: Otorite ve mistik kültürel hayal gücünü besleyen iki güçlü Mısır kraliçesinin mirası (Hatşepsut ve Nefertiti) görsel kültürden büyük ölçüde silindi. Bu durum, temsil ettikleri figürün gücünü meşrulaştırmak için oluşturulan tasvirlerin, daha sonra özellikle bu gücü zayıflatmaya yönelik şekillerde nasıl zarar görebileceğinin mükemmel bir örneği oldu.
Solda bir kraliçenin yüzü. MÖ 1353–1336. Sağda, başlık giymiş Hatşepsut. MÖ 1479–58. C: Metropolitan Sanat Müzesi
Kocası II. Thutmose’nin erken ölümünün ardından Hatşepsut, üvey oğlu III Thutmose ile birlikte firavun olarak ortaklaşa hüküm sürdü. Hatşepsut öldüğünde, III Thutmose, soy hattını üvey annesininki yerine kendi kan hattına aktarmak ve oğlu II Amenhotep’i bir sonraki firavun yapmak istedi. Bu yüzden, çeşitli yıkım eylemleriyle sürdürülen Hatşepsut’un hatıralarını silmek için bir organizasyon başlattı.
Örneğin, ilahi bir gücün simgesi olan ve Hatşepsut’un başlığına takılan kutsal bir kobra olan uraeus’a, koruyucu gücünü devre dışı bırakmak amacıyla zarar verildi. Hatşepsut’un kraliyet meşruiyetinin sembolü olan sakalı, gücünü geçersiz kılmak için kaldırıldı ve heykelin içinde yaşadığına inanılan ruhunun nefes almasını önlemek için burnu kırıldı. Sonunda, kafası vücuttan koparıldı ve heykele özgü herhangi bir güç etkin bir şekilde devre dışı bırakıldı.
Akhenaten ve kızı, Aten’e hediyeler sunuyor. MÖ 1353-1336. C: Brooklyn Müzesi
Daha da ilginci Bleiberg, heykel tahribatı işi için görevlendirilen kişilerin, yüksek vasıflı insanlar olduğuna inanıyor. Belirli heykel parçalarına erişmek ve bunları kaldırmak küçük bir başarı değildi; bilgi gerektiriyordu ve kesinlikle tesadüfi değildi.

Digventures. Artsy. Julia Wolkoff. 11 Mart 2019.




3.500 Yıl Önce Bu Çiftin Diğer Dünyada Zarar Görmesi İstenmiş




3.500 Yıl Önce Bu Çiftin Diğer Dünyada Zarar Görmesi İstenmiş

Mısır’daki Tell Edfu’da 3.500 yıllık bir tapınakta bulunan kasıtlı olarak zarar verilmiş oyma, birinin öbür dünyadan onları silme denemesi gibi görünüyor.

Bu 3.500 yıllık oymanın üzerindeki yüzler ve hiyeroglifler, eski zamanlarda biri tarafından yok edildi.
Söz konusu oymada, yan yana duran bir erkek ve kadın yanyana betimlenmiş ve hiyeroglif yazıt ile isimleri ve meslekleri yazılmış.
Tell Edfu Projesi’nin yöneticisi Nadine Moeller, “Çiftin yüzlerine hasar verilmiş ve oyma üzerindeki hiyeroglif yazılar kazınmış.” diyor.
“Antik Mısır’da özel bir kişinin adını silmek genellikle bu kişinin anısını silmek isteyen ve dolayısıyla öbür dünyadaki varlığını yok etmek isteyen birinin bir işaretidir.”
“Antik Mısırlılar için ölümden sonra hatırlanmak çok önemliydi, bu yüzden ölüler dünyasında hediyeler alacaklardı. Birinin adını silerek, kimliklerini ve ölümden sonra hatırlanacakları, yaşamları boyunca yaptıkları iyi işleri de almış oluyorsunuz.”
Kasıtlı olarak hasar verilmiş kireçtaşı oyma, Tell Edfu’daki 3.500 yıllık villada yer alan bir tapınakta bulundu.
Kazınmış hiyeroglifleri okumak oldukça zor ve araştırmacılar sembolleri yeniden yapılandırma ve deşifre etme sürecindeler.
Şimdiye kadar, erkeğin “büyük” unvanını aldığını ve kadının ise “asil kadın” onurlu unvanını aldığı söylenebiliyor. Moeller, çiftin “Edfu kasabasının idari seçkinlerine ait olduğunu” belirtiyor.
Bu çiftin varlığını ortadan kaldırmaya çalışan kişinin kimliği ve nedeni bilinmiyor. Ayrıca, bu oymaya antik çağlarda tam olarak ne zaman kasıtlı bir şekilde hasar verildiği de belli değil.
Heykelciğin üzerindeki hiyeroglif yazıtlar, katibin adının “Juf” olduğunu gösteriyor.
Ata tapınağı
Oymanın bulunduğu tapınak, yaklaşık 440 metrekare büyüklüğünde bir villada bulundu ve yaklaşık olarak MÖ 1500 ile MÖ 1450 yılları arasında inşa edilmiş. Bulgulara göre, küçük tapınağın villada yaşayan insanların atalarına ibadet etmek için kullanıldığı anlaşılıyor.
Tapınakta, siyah diorit taştan oyulmuş ve papirüs rulosu tutan bir katibi betimleyen bir heykelciği içeren başka eserler de bulundu.
Heykelciğin üzerindeki hiyeroglif yazıtlar, katibin adının “Juf” olduğunu ve kasıtlı olarak hasar verilmiş oymada betimlenen adam olabileceğini işaret ediyor.

Live Science. 16 Ocak 2019.

Antik Mısır Tasvirlerindeki Gizemli Kafa Konileri Gerçekmiş


   
                 Akhetaten’da bir duvar resminde baş konileri giyen iki figür. C: Amarna Project

Antik Mısır Tasvirlerindeki Gizemli Kafa Konileri Gerçekmiş


Antik Mısırlıların resimlerine yakından baktığınızda garip bir şey fark edebilirsiniz: bazı kafaların üzerinde bir kahve kupası büyüklüğünde koniler var.

Arkeologlar uzun süredir bu nesnelerin sadece bir sembol olup olmadığını merak ediyordu. Şimdi ise yapılan bir çalışma, bu kafa konilerinin gerçekten de var olduğunu gösteriyor: Araştırmacılar, 3.300 yıl öncesine dayanan mezarlardaki merak uyandıran iki koniyi gün yüzüne çıkardı.
Arkeologlar bu keşifleri Antik Mısır’ın en alışılmadık şehirlerinden biri olan Akhetaten’de yaptılar. Bölge, MÖ 14. yüzyılda sadece 15 yıl ya da daha az süre kullanılmamıştı. Bu dönemde Mısır’ı, bu şehre adını veren firavun Akhenaton yönetiyordu.
Akhenaten, Güneş tarafından temsil edilen tek bir tanrıya ibadete odaklanan, kısa ömürlü (ve daha sonra firavunların gözünde, dine ters görülen) dini bir sistem geliştirdi. Kendisi ayrıca Tutankamon’un babası da olabilir.
Bulunan kafa konilerindne ikisi, bir işçi mezarlığındaki düşük statülü mezarlardan ortaya çıktı. Bir mezar, mezar soyguncuları tarafından yağmalanan diğerinden çok daha iyi korunmuştu. Her iki vücutta da, saçlarına dolaşmış bir kafa konisi vardı. Koniler krem rengindeydi ve balmumundan yapılmış gibi görünüyordu; her ikisi de 8 santimetre boyundaydı. Ayrıca, kötü durumdaydılar, böceklerin içlerinde tünel açtığı deliklerle doluydu.
Keşifler, sembolizm teorisini çürütmeye yardımcı olabilir. Bu teoride, konilerin sanatçılar için, Hıristiyan sanatında kutsallığı ifade etmek için kullanılan haleler gibi, kullanıcının özel durumunu göstermesinin bir yolu olduğu öne sürülüyordu.
Kafasına koni ile gömülen Antik Mısır kadını. C: Amarna Project
Ancak keşif, koniler hakkındaki bir başka hipotezi de potansiyel olarak baltalıyor: Bu koniler, vücudu hem gerçek anlamda hem de manevi olarak parfümlemek ve temizlemek için, Güneşte yavaşça erimekte olan merhem topaklarıydı. Buradaki düşünce, saçları eriterek ve ‘temizleyerek’, konilerin bireyi ritüel olarak katılması için uygun bir duruma getirmesi adına ritüel olarak arındırmış olabileceğiydi.
Ancak ekip, iyi korunmuş olan mezarda, kafa konisinin eridiği ve kişinin saçına sürdüğü konusunda hiçbir kimyasal kanıt bulamadı. Bu durum, merhem teorisinin tamamen çürütüldüğü anlamına gelmiyor.
Arkeolog Lise Manniche, antik sanat eserlerinde konilerin, işçi mezarlıklarına gömülen insanlar için değil, genellikle üst sınıfların üyeleri tarafından giyildiğini öne sürdüğünü söylüyor.
Manniche, “Bulunan bu iki koniyi, şehirdeki daha az şanslı kişiler tarafından yüksek statü modasını taklit etmek için kullanılan ‘sahte koniler’ olarak yorumluyorum.” diyor.
Eğer öyleyse, koniler sadece sosyal seçkinleri taklit etmekten daha fazlası olabilirdi. Bazı arkeologlar, nesnelerin duygusallık ve doğum anlamına geldiğini düşünüyor. Stevens, “İyi korunmuş mezardaki Mısırlı kadının, çocuk doğurma çağındaki bir kadın olması önemli olabilir. Belki de, kadının kafa konisinin öbür dünyadaki verimliliğini artıracağı umuluyordu.” diyor.
Ancak Atlanta Emory Üniversitesi’nde bir arkeolog olan Rune Nyord bu görüşe şüpheci yaklaşıyor. Rune Nyord, Mısır sanatında kafa konilerinin festival ziyafetlerinde veya firavunun varlığında olduğu gibi diğer bağlamlarda da giyildiğini öne sürdüğünü belirtiyor.
“Öbür dünyaya gönderme yapan açıklamalar Mısırbilimde yaygındır, ancak Mısırlıların kafa konilerini bu şekilde görmemiş olabileceklerini göz ardı etmemeliyiz. Bazen bir şapka sadece bir şapkadır.”

Science Mag. 10 Aralık 2019.

10 Aralık 2019 Salı

Krallar Vadisi

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve ayakta duran insanlar


Krallar Vadisi, Krallar Kapısı Vadisi olarak da bilinir, Mısır'da,MÖ 16-11. Yüzyıllar arasında yaklaşık 500 yıl boyunca 18. ve 20. Hanedanlık döneminde Yeni Krallığ'ın firavunları ve dönemin ileri gelenleri için inşa edilen mezarların bulunduğu vadi.Vadi, Luksor'un batı tarafında bulunur.64 mezarın bulunduğu vadide, ilk olarak I. Thutmose ve son olarak XI.Ramses defnedilmiştir. Ayrıca, Firavunların eşlerinin ve çocuklarının mezarları bu alanda bulunmaktadır.Vadinin amacı piramitler içinde yağmalanan mezarları saklamaktı.1979 yılından itibaren Luksor,kraliçeler vadisi,karnak ve thebes ile birlikte Unesco dünya mirası listesinde..

Roma İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da kurduğu en büyük yerleşim yeri: Timgad / Cezayir

Görüntünün olası içeriği: açık hava

MAAT IN TÜYÜ

Fotoğraf açıklaması yok.




MAAT IN TÜYÜ
Eski Mısır’da doğruluk, adalet anlayışının timsali ve her şeyin üzerinde yer alan bir ilke olarak tanrıça kişiliğine bürünmüş “kozmik düzen” olarak kabul edilir.
İnsanlar onu Güneş ve Ay’ın düzenli döngüleri, Nil’in yıllık taşkınları, istikrarlı yönetim ve toplumsal uyum aracılığıyla kavrardı.
Güneş Tanrısı Ra’nın kızı ve Tanrıların Katibi Thoth’un eşiydi. “İki Hakikat” olarak bilinen bu tanrıçanın en başlıca görevi; firavunların yer tanrısı Geb’in tahtına ne ölçüde layık olduklarını belirlemekti.
Saçına yüksek bir tüy takmış ve bazen de kanatlara sahip bir kadın olarak tasvir edilse de Ma’at sadece bir tanrıça değil, yaratılmış evrenin düzenleyici ilkesi ve varoluşun tasarımını mümkün kılan yasa olarak kabul edilir ve bu yasa, firavundan sade vatandaşa kadar, hatta tanrılar dahil herkes için geçerlidir. İnanışa göre; bir ruh Osiris’in karşısına çıkmasını sağlayacak yoldaki tüm tehlikeleri atlatınca Tanrı Anubis’in rehberliğinde İki Hakikat Sarayı’na girerdi.
Orada 42 yargıcın önüne çıkarak nihai hüküm sürecinden geçerdi.
Bu süreçte işlediği günahlar bir liste halinde yüzüne okunur, ardından Anubis ölünün yüreğini terazinin bir kefesine koyardı. Terazinin diğer kefesinde ya Ma’at oturur ya da onun tüyü dururdu.
Terazi dengedeyse Thoth ölünün “doğru sözlü” olduğunu bildirir, ruhu Ölüler Diyarı’na alınırdı.
“Tüy kadar hafif olmak” diye buna denir sanırız.

Nil Nehri Adasında Altın İşçisine Ait 3400 Yıllık Mezar Keşfedildi



    Arkeologlar mezardaki birçok özelliğin Mısırlılara ait olduğunu buldu. F: Julia Budka

Nil Nehri Adasında Altın İşçisine Ait 3400 Yıllık Mezar Keşfedildi


Kuzey Sudan’daki Sai Adası’nda, altın işçisi olduğu düşünülen Khnummose adlı bir adama ait 3400 yıllık büyük bir mezar keşfedildi.

Aralarında bir fetüsün de bulunduğu bir düzine insana ait kalıntılar Nil Nehri’ndeki bir adada bulunan mezarın içinde ortaya çıkarıldı.
Kuzey Sudan’daki Sai Adası’nda çalışan arkeologlar 3400 yıllık büyük bir mezar keşfetti. İçerisinde mumyalandığı düşünülen en az 12 kişi gömülü olarak bulundu.
Yapılan keşif, Mısırlıların yoğun olduğu dönemdeki ada sakinlerinin kültürel kimliği hakkında birçok bilgi veriyor. Sai Adası, Nil Vadisi’ndeki en büyük adalardan biri ve eski Nubia ülkesinin bir parçasıydı.
1970’lerde bir arkeolojik araştırma sırasında Antik Mısır’la bağlantısı olan bir mezarlık keşfedildi. Arkeologlar 24 mezar ortaya çıkardırlar fakat gelecekte daha da fazlasının bulunacağını düşünüyorlardı.
2015’te Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde Mısır arkeolojisi ve sanat tarihi profesörü Julia Budka ve ekip arkadaşları, kazıda iki yıl çalıştı ve ‘Mezar 26’ olarak bilinen büyük mezarı keşfetti.
Arkeologlar bu mezarın büyük ihtimalle karısı olduğu düşünülen birinin yanına gömülmüş olan Khnummose adlı bir adama ait olduğunu artık düşünüyor. Adadaki altın madeniyle bağlantılı olan altın endüstrisinde çalışmış olabileceğine inanılıyor.
Mezarın içindeki ayrı bir odada arkeologlar içlerinde bir çocuk ve bir fetüsün de bulunduğu diğer dokuz bireyin kalıntılarını keşfetti.
Budka, “Mezar sürekli olarak kullanım halindeydi ve birçok defa yağmalandı. Fakat bu yıla kadar Khnummose’nin ilk ve asıl gömüldüğü yeri keşfedilmemişti” diyor.
“Diğer bir odada, Khnummose’den sonra yaşamış en az üç kişi daha var. İsimlerini bilmiyoruz fakat hipotezimiz onların aile üyeleri oldukları. Eğer antik DNA elde etmeyi, strontium izotopu analizi yapmayı ve diğer bilimsel verileri çalışabilirsek o zaman akraba olup olmadıklarını ortaya çıkarabiliriz.“
Fakat, bu çalışma çeşitli zorlukları barındırıyor, çünkü geçen yıllar boyunca mezar birçok kez sular altında kaldı. Bu yüzden arkeologlar tarafından bulunan kemikler fazlasıyla hassas. Kırılma riskine karşın üzerilerinde özenle çalışılması gerekiyor.
Benzer bir şekilde, bireylerin ağaçtan yapılmış tabutlarla gömüldüklerine dair belirtilerin olmasına rağmen yalnızca tahta parçaları bulunabildi.

Mısırlı Kimliği

Mezarların tarihi Antik Mısırlıların adada hakimiyet kurdukları döneme denk geliyor. Şu ana kadar arkeologların mezarda buldukları, adada yapılmış olan daha önceki eski dönemlere ait yerleşim yerlerinin keşifleriyle uyuyor. Mısırın 18. hanedanlığın ikinci yarısında (MÖ 1550 – MÖ 1292) bu bölgenin refah döneminde olduğu düşünülüyor. Bu durum hem eski şehirde hem de mezarda açıkça görülüyor.
Bu geniş resmin ötesine geçebilmek için Khnummose ve ailesinin hayatı gibi vaka çalışmaları çok değerli. O dönemde Sai Adasında’ki Mısırlıların kültürü ve kimliği hakkında çok fazla bilgi verebilir.
Budka diyor ki; “Khnummose, Nubia’da yaşayan Mısırlıların ikinci jenerasyonuna ait bir birey olabilir. Yani adaya ulaşan ilk Mısırlıların çocuklarından birisi. Ya da Mısır kültürüne uyum sağlamış yerli bir Nubialı olabilir. Bunu açıklığa kavuşturabilmek için DNA ve stronsiyum izotopu analizine ihtiyacımız var. Açık olan şu ki, o eğer her kimse, mezarındaki buluntuların sağladığı bilgiye göre, kendisini Mısırlı olarak görüyordu ve kendi kültürel kimliğini Mısırlı olarak belirlemişti.”
Arkeologlar mezarın içinden Mısır kültürüne ait birçok buluntu ortaya çıkardı. Bunlar seramik kapları, altın bir yüzüğü, ölülere giydirilen altından mezar maskelerinin kalıntılarını ve tipik bir Mısırlı figürü olup ölüyü öbür dünyada temsil eden “shabti”yi içeriyor. Arkeologlar aynı zamanda Khnummose’nin mezar odasında bokböceği biçimindeki objeler keşfetti.
“Bokböceği biçimli objeler, Antik Mısır’da çok yaygın bir tılsımdır ve kağıt mühürlerinde de kullanılabilir. Durum böyle olduğunda ise üzerindeki yazılar ölünün öbür dünya hakkındaki inançlarıyla bağlantılı olduğunu gösteriyor.”
Kötü korunması sebebiyle ölünün mumyalanmış olup olmadığı kesin değil. Ama önümüzdeki aylarda yapılacak olan daha çok analiz, bu gizemi çözmemize yardımcı olabilir.
IB Times. 20 Haziran 2017