El-Mu’tasım Devrinde Abbasîlerdeki Türk Unsuru
Türklerin İslâm’ı kabul etme vetîresinde Abbasîler mühim bir rol oynar. Zira Türkler, Abbasîler içinde muteber bir yere sahipti. Abbasîlerdeki Türk unsuru ilk olarak askerî sahada boy göstermişti. Mu’tasım’dan önce Abbasî ordusunda Türkleri görsek de onun devrindeki kadar orduya nüfûz etmiş olmaları söz konusu değildir.
Abbasîlerin sekizinci halifesi olan el-Mu’tasım’ın annesi Şebib kızı Mâride Türk asıllıdır [1]. Mu’tasım’ın Türklerle tanışıklığı tahta çıkmadan önceye dayanıyordu. Hatta hilafete geçmeden evvel Türklerden oluşan bir ordu meydana getirdiğini biliyoruz [2]. Veliahtlığı devrinde bile ordusunda Türklere ehemmiyet veren Mu’tasım, tahta geçtiğinde askerî yönde izleyeceği yolun ilk sinyallerini vermiş oluyordu.
Mu’tasım askerî yönden mahir biriydi. İbnü’t-Tıktaka onun çok güçlü biri olduğunu söylerken, cesaretinin meşhurluğundan da dem vurur [3]. Fakat ilmî ciheti zayıftı. El-Mu’tasım’ın ümmî olduğunu göz önünde bulundurursak [4], Suyutî’nin Mu’tasım hakkındaki “ilimden yoksun” ifadesinde haklılık payının yüksek olduğunu görmekteyiz [5].
El-Mu’tasım’ın halife olma vetiresini gözden geçirdiğimizde Türklerin izlerini bariz bir şekilde görmekteyiz. Halife Me’mûn’un oğlu Abbas’ı tercih etmeyip, kardeşi Mu’tasım’ı halife tayin etmesinde etrafındaki Türk komutanların etkisi büyüktü. Me’mûn ölünce ordunun Türk kısmı Mu’tasım’a biat ederek onun halifeliğini ilan etmişti. Fakat Me’mûn’un oğlu olan Abbas’ın halife olmasını arzulayan kısım da vardı. Bu grubun büyük kısmını bazı Arap birlikleri teşkil ediyordu [6]. Bu durum, Abbasîlerin içindeki iki unsurun çatışmasına sebep olabilirdi. Bu felâketin önüne geçmek için, mecburen Mu’tasım’ın rakibi sayılan Abbas’ın kardeşine biat etmeliydi. Nitekim öyle de oldu. Mu’tasım, Abbas’a bir elçi göndererek yanına çağırdı ve biat etmesini istedi. Amcasının yanına gelen Abbas ona biat etti [7].
Abbas’ın bu biati ile tüm mesele çözülmüş sayılmazdı. Zira sonraki yıllarda yeniden Abbas’ı halife yapmaya yönelik faaliyetler yüz göstermiştir. Arap ve İranlı bazı komutanların Uceyf b. Anbese öncülüğünde bir darbe yapmaya kalkıştıkları görülür. Bu darbe teşebbüsünün ardında Mu’tasım’ın, Türkleri orduda bu denli nüfuz sahibi yapmasından dolayı doğan bir hazımsızlık vardı. Mu’tasım’ı ortadan kaldırmakla yetinmeyi düşünmeyen bu darbeci grup, Mu’tasım’ın mühim Türk komutanları Afşin ve Eşnâs’a da suikast yapmayı planlamışlardı. Ancak bu gizli faaliyetleri deşifre oldu ve hepsi tutuklandı. Halife Mu’tasım, bunlardan Abbas’ı Afşin’e, Uceyf’i İnâk’a, Ahmed b. Halil’i de Eşnâs’a teslim etti. Abbas hapiste iken öldü. Darbe teşebbüsüne iştirak eden diğer komutanlar ise işkence altında öldüler [8].
El-Mu’tasım halifeliği sırasında da ordusunda Türkleri söz sahibi yapmaya devam etti. Türklere hususî bir kıymet yüklediğini kaynaklarda görüyoruz. Onlara çeşitli kumaş elbiseler giydirir, altın kemer ve altın ziynet takardı. Onları kıyafetleri itibariyle diğer askerlerinden ayırmıştı [9]. Türkler için yüksek meblağ harcadığı da gözden kaçmaz bir gerçektir [10].
Bu Türk askerlerinin köle olup olmadığı mevzusunda tarih sahasında tartışılıp durur. Para karşılığı getirildikleri hâlinde ittifak olunsa da onların ücretli asker mi, yoksa köle mi olduğu konusunda farklı görüşler vardır [11]. El-Mu’tasım’ın Türklere verdiği kıymete ve ayrıcalığa bakılırsa, onların para ile satın alındığını kabul etsek bile köle vasfında bir hayat sürmediklerini söylemek mümkün.
Mu’tasım devrinde Türklerin itibarının arttığını anlamak için şu bilgiyi de misal olarak vermek lazım: Türkler valiliklerde ve askerî kumandanlıklarda kullanılırken halifenin divanına giremezlerdi, ancak Mu’tasım devrinde bunun aksi olmaya başladı ve Türkler artık halifenin divanına girerek devlet erkânı sırasına geçtiler [12].
Mu’tasım devrinde boy gösteren Türk komutanlar vardır. Bunlara en iyi örneklerden birisi Afşin’dir. Me’mûn ve Mu’tasım devrinde Abbasîler’in başını çokça ağrıtan ve Me’mûn devrinde Azerbaycan’da ve Ermeniyye’de kuvvetlenen [13] Babek İsyanı, Mu’tasım devrinde de tesirini arttırmaya devam etmişti. Me’mûn devrinden itibaren orduda görev almaya başlayan Afşin, Mu’tasım devrinde isyanı bastırmakta muvaffak olmuştu. Yıllar süren bu isyanda Babek ve destekçileri tarafından öldürülenlerin sayısını İbn Kesir, İbn Cerir’in ifadesine dayanarak 255.550 kişi diye verir [14]. Keza İbnü’l-Esir de aynı sayıyı verir [15]. Mesudî ise en az 500.000 kişi öldürüldüğünü söyler [16]. Abû’l-Farac da 100.000 asker öldürüldüğünü öne sürer [17]. Sayılar mübalağalı olsa bile Me’mûn ve Mu’tasım devrindeki komutanlardan, askerlerden, hatta halktan birçok kişinin ölmelerine sebep olan bu uzun soluklu isyanın ne denli büyük olduğunu anlamak için bize fikir veriyor.
Afşin’i uğraştıran bu isyan neticesinde Babek’in yakalanmasıyla nihayete ermişti. İsyanın başı olan Babek’i Afşin ve ordusunun ele geçirdiğini duyan Mu’tasım bu habere çok sevinmişti. Afşin tarafından Mu’tasım’a teslim edilmek için Sâmerrâ’ya getirilen Babek, Mu’tasım’ın emriyle elleri ve ayakları kesildi, başı koparıldı ve karnı yarıldı. Sonra da kesik başı Horasan’a göndertti. Gövdesi de Sâmerrâ’da bir ağaca asıldı [18].
Mu’tasım, Babek yakalandıktan sonra onu Sâmerrâ’ya getirene kadar Afşin’e at ve hilat göndermişti [19]. Babek’in idamından sonra ise Mu’tasım, Afşin’e taç giydirdi ve ona cevherlerle işlenmiş iki kemer taktı. Mu’tasım şairlere de Afşin’in yanına gitmelerini ve Müslümanlar için yaptıkları yararlılıklardan ötürü onu övmelerini emretti [20].
Halife Mu’tasım’ın en büyük işlerden biri Ammûriye’nin fethidir. Ammûriye, bugünkü Afyon ilinin sınırları içerisinde bulunmaktadır. Hem o devirdeki İmparator Theophilos’un doğum yeri olduğu söylenen, hem de Bizans’ın ikinci başkenti durumunda olması [21] ve o devirde hâkim Bizans hanedanın yurt şehri vasfı taşıması [22] hasebiyle, Bizans için ehemmiyetli olduğu aşikârdır. İmparator için siyasî olarak önemli olmasının yanında muhtemelen psikolojik olarak da mühim bir yer teşkil ettiği tahmin edilebilir.
Mu’tasım’ın Ammûriye’ye saldırmasının sebebi, Babek İsyanı ile uğraşan Abbasîler’i gören Bizans İmparatoru Theophilos, fırsattan istifade Zibatra’ya saldırdı. Zibatra dediğimiz yer bugünkü Malatya ilinin hudutlarının içerisinde yer almaktadır. Zibatra’ya saldırmakla kalmayan imparator, erkekleri öldürdü, kadınları esir aldı ve şehri yıktı. El-Mu’tasım buna öfkelendi ve intikam almaya karar verdi. Ordusunu toplayarak Bizans’a karşılık vermeye niyetlendi. Birçok şehri tahrip ederek Ammûriye’ye kadar geldi ve burayı da fethetti. O da Bizans İmparatoru’nun yaptığı gibi savaşçıları öldürdü, kadınları ve çocukları esir aldı ve şehri tahrip etti. Ayrıca Zibatra’nın yapılmasını, tahkim edilmesini ve oraya asker yerleştirilmesini emretti [23].
Mu’tasım’ın Ammûriye’ye saldırmasına farklı sebep ileri sürenler de vardır. Başka bir rivayete göre Zibatra’nın yağmalanmasıyla oradaki adamlar öldürülmüş, çocuklar ve kadınlar esir edilmişti. Esirler arasında bir Hâşimî kadının “Ey Mu’tasım yetiş” dediği duyuldu. Bu kadının söyledikleri Mu’tasım’a iletilince hemen kalktı ve sarayında “sefere, sefere!” dedi [24].
Afşin, bu sefer sırasında Lurla adında bir yerin iki mil uzağında Bizans Kralı ile karşı karşıya geldi ve onu mağlubiyete uğrattı. Bizans’ın zayiatının dört bin kişi olduğu söylenir [25]. Bir komutanın, bir imparatoru yenmesi dikkate alınınca, bu zaferin Afşin’in itibarını daha da yükselttiği şeklinde yorumlanabilir.
Afşin’in bu seferde Türk külliyetli kuvvetlerinin başında bulunduğunu es geçmemek gerek [26]. Ammûriye’nin Anadolu’da bulunması dolayısıyla Türklerin Abbasîler himayesinde Anadolu’ya gelerek savaştıklarını görüyoruz. Yani Malazgirt Savaşı’ndan önce de Türklerin Anadolu’ya geldiği neticesine varmak yanlış olmaz. Ama Abbasîler vasıtasıyla bu coğrafyaya ayak basan Türk askerlerinin, Anadolu’ya ilk gelen Türkler olduklarını söyleyemeyiz.
İtibarı daha da artan Afşin bir süre sonra bazı ithamlar sonucunda hapse düştü ve hapisteyken can verdi. Hakkı Dursun Yıldız, Afşin’in sonunu şöyle anlatmakta:
Vezir, kādılkudât ve Bağdat Valisi İshak b. İbrâhim’den meydana gelen bir mahkeme heyetinin huzuruna çıkarılan Afşin, halife ve devlet erkânını öldürmeye teşebbüs etmek, izinsiz olarak Üsrûşene’ye para göndermek, Taberistan Meliki Mâzyâr’ı isyana teşvik etmek, Mecûsîliği ihya etmeye ve Abbâsî Devleti’ne son verip Sâsânî Devleti’ni yeniden kurmaya çalışmak, gerçekten Müslümanlığı kabul etmeyip eski inancını sürdürmek, putperestliğe ve Mecûsîliğe dair kitaplar okumak, evinde heykeller ve putlar bulundurmakla suçlandı. Ayrıca Soğd meliklerinden Merzübân b. Türgiş de mahkemede Üsrûşene halkının Afşin’e “ilâhlar ilâhı” diye mektup yazdığını iddia etti. Bunun üzerine Afşin, “Bu doğrudur; dedeme, babama ve Müslüman olmadan önce bana böyle hitap edilirdi. Kendimi onlardan aşağı görmek istemem” deyince, İshak b. İbrâhim, “Yazıklar olsun sana! Firavun ile aynı şeyleri söylüyorsun; nasıl Müslüman sayılabilirsin!” dedi. Mahkeme heyetinin sünnet olup olmadığına dair sorusuna da tehlikeli bulduğu için sünnet olmadığı cevabını veren Afşin, kendine yöneltilen diğer suçlamaları ise reddetti. Sonunda mahkeme heyeti herhangi bir cezaya hükmetmedi; Afşin tekrar hapishaneye gönderildi. Halifeye bir iftiraya mâruz kaldığını bildirdiyse de affedilmedi. Bu ise Mu‘tasım ve çevresindekilerin onun Müslüman olmadığına inandıklarını göstermektedir.
Afşin, Şâban 226’da (Haziran 841) hapishanede öldü. Cesedi gündüz Bâbülâmme’de bir müddet teşhir edildikten sonra yakılıp külleri Dicle’ye atıldı [27].
Afşin’in Müslüman olup olmadığı çerçevesinde yürütülen mahkemeden çıkan neticenin doğruluğu tartışılır. Faruk Sümer, Afşin’in İranî kültürüne bağlı olduğu ve hatta onu üstün gördüğünü kabul edilebilir sayar, böyle bir durumun arkasında İslâm âlemini geç bir yaşta tanımış olması ihtimalinin olabileceğini söyler. Ama Sasanî İmparatorluğu’nu diriltmek ve Mecûsîliği hâkim bir din hâline getirmek gayesini taşıdığı iddialarını tasdik etmek için delillerin kâfi olmadığını söyler [28]. Buna bir misal de verilebilir: El-Mu’tasım polo oynamaktan hoşlanan halifelerden birisiydi. Afşin oyun bile olsa halifeye karşı olmak istemediğinden Mu’tasım ile polo oynamaktan imtina etmiştir [29]. Böylesine sâdıkâne bir tavır sergileyen Afşin’in, Abbâsîler’e son vermek gibi bir düşüncesi olduğunu söyleyemeyiz.
Hakkı Dursun Yıldız ise Afşin’in Müslümanlığı kabul etmediğinin zayıf bir iddia olduğunu savunur ama Afşin’in eski alışkanlıklarının bir kısmından kopmadığı iddiasının doğru olabileceği konusuna itiraz etmez [30]. O zamanlar Türklerin İslâm’ı kabulünün ilk safhaları olduğundan mütevellit Afşin’in bazı eski alışkanlıklarından kopmaması olağandır.
Mu’tasım devrindeki meşhur Türk komutanlara başka örnekler olarak Eşnâs, İnak et-Türkî, Boğa el-Kebîr et-Türkî, Hâkân Urtûc, Vasîf isimleri verilebilir [31].
Mu’tasım Türkler için “Sâmerrâ” adında şehir bile kurmuştur. Fakat bu şehrin kurulması keyfî değil, mecburî idi. Mu’tasım’ın Türk askerleri çoğalınca Bağdat halkı ile aralarında anlaşmazlıklar çıkmaya başlamıştı. Türkler hayvanlarına binip koşturduklarında halktan insanlara çarpıyorlardı. Çarpmalarından dolayı halktan bazı kişilerin ölümüne sebep olabiliyorlardı. Halk da onlara karşılık vermek için üstlerine hücum ediyorlar, askerleri ya dövüyorlardı ya da öldürüyorlardı [32]. İki tarafın anlaşamaması yanında birbirlerine zarar vermeleri sıkıntı yaratmaktaydı. Mu’tasım’ın da başına ağrıtan bu durumda çareyi Bağdat’tan başka bir şehre taşınmakta buldu. Sâmerrâ şehrinin inşaatı 836 yılında başladı [33]. Mu’tasım, Türklerle beraber buraya taşınmakla kalmayıp, hilâfet merkezini de buraya nakletmişti. Şehrin en güzel yerlerini Türklere ayıran ve onların diğer unsurlarla karışmamasına ihtimam gösteren Mu’tasım, Afşin, Eşnâs, Hâkân Urtûc, Vasîf ve İnak gibi Türk kumandanlarına araziler tahsis edip, onların maiyetleri ile beraber oralara yerleşmelerini sağlamıştı. Türk birlikleri kendi kışlalarını, çarşılarını ve sosyal tesislerini bizzat kendileri inşa ediyorlardı [34]. 892 yılına kadar hilâfet merkezi olan Sâmerrâ, Halife Mu’temid’in Türk nüfûzundan kurtulma gayretlerinin neticesinde hilâfet merkezi tekrar Bağdat’a taşındı [35].
Mu’tasım devrindeki Türk nüfûzu aynı zamanda edebî sahaya da yansımıştı. Arap edebiyatının hatrı sayılır nesircilerinden biri olan Câhız, Fezâilü’l-Etrak (Türklerin Faziletleri) diye bir kitap yazmıştı. Câhız, bu kitabı Mu’tasım devrinde yazdığını fakat kendi deyişiyle “anlatması uzun sürecek sebeplerden dolayı ona ulaşmadığını” söyler [36]. Câhız bu kitabında Türklerden övgüyle bahsetmiştir.
Mu’tasım’ın fena sayılmayacak derecede şiirleri olduğunu söyleyen [37] Suyutî, onun Türkleri ihtiva eden şu şiirini de nakleder:
“Atımı çekip getir, acele et ey gulam,
Eyerle derhal onu, tak koşumunu,
Söyle Türklere dalmak üzere olduğumu
Ölümün denizlerine, yükselsin kim isterse! [38]”
Suyutî, Mu’tasım’ın bu şiiri nerede söylediğine dair bir emare göstermemiş olsa da, bir savaş hazırlığından bahsettiğini anlamak güç değil.
Arap şairi Ebû Temmâm da Afşin’i bazı şiirlerine konu yapmış ve onun askerî başarılarına vs. methiyeler düzmüştür. Ebû Temmâm, Afşin’in Müslüman olmadığına inanıp bu yönünü tenkid etse bile, onun İslâm’a yaptığı katkıları övmekten geri durmamıştır [39].
Mu’tasım, 21 Ekim 841’de hastalandı ve 5 Ocak 842 tarihinde Sâmerrâ’da vefat etti [40]. Kendisinden sonra bu nüfûzun sona erdiği söylenemez. Aksine kuvvetlenme yoluna saptığı görülür. Mu’tasım’dan sonra halife olan oğlu Vâsık da, babası gibi Türkleri destekleyerek onların devlet idaresindeki nüfuzlarının artmasına yardımcı olmuştur. Hatta Vâsık devrinde Türkler askerî alandaki etkilerini idarî alana kaydırmışlardır [41].
Hazırlayan: Furkan Uzel
Dipnotlar:
[1] Bahriye Üçok, İslâm Tarihi: Emeviler – Abbasiler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1979, Sayfa 116; Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hânedanlar, Cilt: 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, Sayfa 122; Claude Cahen, Türkler Nasıl Müslüman Oldular, Hazırlayan: Nurer Uğurlu, Örgün Yayınevi, İstanbul 2008, Sayfa 99.
[2] Bernard Lewis, Tarihte Araplar, Çeviren: Hakkı Dursun Yıldız, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009, Sayfa 197.
[3] İbnü’t-Tıktaka, El-Fahrî, Çeviren: Ramazan Şeşen, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2016, Sayfa 170.
[4] İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi (El Bidâye ve’n-Nihâye), Cilt: 10, Çeviren: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, Sayfa 497; El-Kalkaşendî, Halifelik Kurumu ve Tarihi, Çeviren: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2019, Sayfa 120.
[5] Celâleddîn Suyûtî, Halifeler Tarihi, Çeviren: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, Sayfa 344.
[6] Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslâm Tarihi, Cilt: 4, Ensar Neşriyat, İstanbul 2019, Sayfa 214.
[7] İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, Cilt: 6, Çeviren: Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, Sayfa 382.
[8] Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslâm Tarihi, Cilt: 4, Ensar Neşriyat, İstanbul 2019, Sayfa 215.
[9] Mesûdî, Murûc ez-Zeheb, Çeviren: Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2004, Sayfa 230. Bu konuda Suyutî de Mesûdî ile ittifak hâlindedir. Bakınız: Celâleddîn Suyûtî, Halifeler Tarihi, Çeviren: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, Sayfa 346.
[10] Celâleddîn Suyûtî, Halifeler Tarihi, Çeviren: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, Sayfa 346.
[11] Bu konudaki tartışmalar için bakınız: Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi Halifesi Mu’tasım’ın Ordusunda Bulunan Türklerin ‘Köle’ Olup Olmadığı Meselesi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 18, Sayfa 211-230.
[12] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hûlafa, Cilt: 2, Kısım: 2, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985, Sayfa 199.
[13] Taberî, Tarih-i Taberî, Cilt: 4, Tercüme: M. Faruk Gürtunca, Sağlam Yayınevi, İstanbul 2007, Sayfa 513.
[14] İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi (El Bidâye ve’n-Nihâye), Cilt: 10, Çeviren: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, Sayfa 480.
[15] İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, Cilt: 6, Çeviren: Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, Sayfa 416.
[16] Mesûdî, Kitâbü’t-Tenbih ve’l-İşraf, Çeviren: Ramazan Şeşen, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2018, Sayfa 248.
[17] Gregory Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, Cilt: 1, Çeviren: Ömer Riza Doğrul, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999, Sayfa 226.
[18] İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi (El Bidâye ve’n-Nihâye), Cilt: 10, Çeviren: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, Sayfa 480; İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, Cilt: 6, Çeviren: Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, Sayfa 416.
[19] İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, Cilt: 6, Çeviren: Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, Sayfa 416; Taberî, Tarih-i Taberî, Cilt: 4, Tercüme: M. Faruk Gürtunca, Sağlam Yayınevi, İstanbul 2007, Sayfa 518.
[20] İbn Kesîr, Büyük İslâm Tarihi (El Bidâye ve’n-Nihâye), Cilt: 10, Çeviren: Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, Sayfa 481. İbn Kesîr, Mu’tasım’ın Afşin’e 20.000.000 dirhem verip Sind valiliğine tayin ettiğini de rivayet eder.
[21] Casim Avcı, İslâm – Bizans İlişkileri (610 – 847), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2018, Sayfa 253.
[22] Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011, Sayfa 195.
[23] Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân (Ülkelerin Fethi), Çeviren: Mustafa Fayda, Siyer Yayınları, İstanbul 2013, Sayfa 223.
[24] İbnü’t-Tıktaka, El-Fahrî, Çeviren: Ramazan Şeşen, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2016, Sayfa 170; İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, Cilt: 6, Çeviren: Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, Sayfa 418.
[25] Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât (Halife b. Hayyât Tarihi), Çeviren: Abdulhalik Bakır, Ankara 2001, Sayfa 568.
[26] Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, Cilt: 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2019, Sayfa 242.
[27] Hakkı Dursun Yıldız, “Afşin, Haydar b. Kâvûs”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 1, İstanbul 1988, Sayfa 441-442.
[28] Faruk Sümer, “Abbasiler Tarihinde Orta Asyalı Bir Prens Afşin”, Belleten, Cilt: LI, Sayı: 200, Ağustos 1987, Sayfa 665.
[29] Philip K. Hitti, History Of The Arabs, Macmillan Education Ltd, Londra 1970, Sayfa 339.
[30] Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2019, Sayfa 147.
[31] Nahide Bozkurt, Abbâsîler, İSAM Yayınları, Ankara 2018, Sayfa 85. Bu komutanlardan bazıları hakkında üstünkörü bilgi edinmek için bakınız: Nesimi Yazıcı, İlk Türk – İslâm Devletleri Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2009, Sayfa 48-49.
[32] Ya’kûbî, Kitâbü’l-Büldân, Neşreden: De Goeje, Leiden 1892, Sayfa 256’dan nakleden: Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2017, Sayfa 183; İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, Cilt: 6, Çeviren: Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1991, Sayfa 393; Mesûdî, Murûc ez-Zeheb, Çeviren: Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2004, Sayfa 230.
[33] Mesûdî, Kitâbü’t-Tenbih ve’l-İşraf, Çeviren: Ramazan Şeşen, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2018, Sayfa 250.
[34] Nahide Bozkurt, Abbâsîler, İSAM Yayınları, Ankara 2018, Sayfa 86.
[35] Mustafa Demirci, “Sâmerrâ”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36, İstanbul 2009, Sayfa 70.
[36] Câhız, Türklerin Faziletleri, Çeviren: Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2017, Sayfa 94.
[37] Celâleddîn Suyûtî, Halifeler Tarihi, Çeviren: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, Sayfa 345.
[38] Celâleddîn Suyûtî, Halifeler Tarihi, Çeviren: Onur Özatağ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, Sayfa 347.
[39] Teferruatlı bilgi için bakınız: Sait Uylaş, “Ebû Temmâm’ın Şiirlerinde Bir Türk Komutan Afşin”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 28, Erzurum 2005, Sayfa 91-101.
[40] Casim Avcı, “Mu’tasım-Billâh”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 31, İstanbul 2006, Sayfa 381.
[41] Nahide Bozkurt, Abbâsîler, İSAM Yayınları, Ankara 2018, Sayfa 86.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder