Mezopotamya ile Ticaret, Uruk Kentleri ve Mısır Devletleşmesi
Mısır-Filistin etkileşimi 4. binyıl ortalarında hızlanır ve ilişkiler binyılın ikinci yarısına damga vuran “kolonileşme” dalgasıyla yeni bir mecraya girer. Ticari kolonileşme, Mısır’a egzotik malların akışını kolaylaştırarak kurumsal örgütlenmeyi hedefleyen siyasal seçkinlerin önünü açmış olabilir. Tam burada şu soru sorulmalı: Devletleşmesi Mısır’dan önce başlayan, Uruk yayılımı (3700-3100) sayesinde Kuzey Mezopotamya ile ticari ortaklık kuran ve daha uzun soluklu bir “tabakalaşma/uzmanlaşma/merkezileşme macerası yaşayan Güney Mezopotamya kentleri, Doğu Akdeniz ticaretine doğrudan ya da dolaylı yoldan eklemlenip Mısır devletleşmesine katkı sunmuş olabilirler mi? Arkeologlar, 4. binyılı biçimlendiren ve güney kentlerinin egzotik mal talepleri doğrultusunda kuzeye yayılan Uruk kültürünün Mısır’a gerçekten nüfuz ettiği, etkinin 4. binyılın ikinci yarısında başladığı ve temasın güney kültürünü Uruk yayılımı sayesinde tanıyıp içselleştiren Kuzey Mezopotamya, özellikle de Suriye kıyıları üzerinden gerçekleştiğidir. Özetle, Güney Mezopotamya ile Mısır arasındaki (dolaylı) kültürel temas, 3500’lerde başlamış ve Uruk – Kuzeybatı Suriye – Filistin (Gazze) – Mısır hattını izleyen ticari ağlar sayesinde hayat bulmuştur (Watrin, 2004: 57).Kültürel Bütünleşmeden Siyasal Birliğe
4. binyılın başından beri Filistinli ve Aşağı Mısırlı aracılar/tacirler eliyle yürütülen
Güneydoğu Akdeniz ticareti binyıl ortasında yeni bir evreye girmiştir. Öyleyse, Yukarı Mısır’da binyıl sonunda devletleşmenin hızlanması ve kraliyet otoritesinin ortaya çıkışı ile
Kuzey Mezopotamya’dan Nil Vadisi’ne giren Uruk maddi kültürü arasında bağ kurmak
mümkün. Bu kültür, kurumsallaşmaya işaret eden objelere sahiptir; ayrıca, mallarla birlikte
yeni teknikler, düşünceler ve kavramlar da Bereketli Hilal’den Mısır’a taşınmış olmalıdır. İki
coğrafyadaki devletleşmeyi açıklamak için ortak bir terminolojiye bile başvurabiliriz. Güney
Mezopotamya’daki devletleşme nasıl Uruk yayılımının neden olduğu (ticari, teknik, zanaatsal,
sanatsal, siyasal) dinamizmden bağımsız değilse, İki Mısır’ı birleştirip Mısır devletini yaratan
da bir ölçüde Naqada yayılımıdır, güneyli Naqada kültürünün kuzeye nüfuz edip onu kendi
merkezi sistemine katarak genişlemesidir. İki durumda da, merkeziyetçi kültür güneyden
kuzeye doğru yayılmıştır; ama nehirlerin akış yönü farklı olduğundan Mezopotamya’da
devletin ortaya çıktığı yer Fırat-Dicle’nin aşağısı, Mısır’da ise Nil’in yukarı kesimleridir.
Yukarı Mısır’da serpilen hiyerarşik kurumsallaşma dozu yüksek Naqada kültürünün
Aşağı Mısır’ı da kapsayarak genişlemesi (Naqada’nın yayılışı: 3350-3250) nasıl mümkün
oldu? Konuyu derinlemesine inceleyen ilk uzmanlardan Kaiser, Delta’daki kültürel değişmeyi
güneyden (Yukarı Mısır’dan) gelen fetih akınına bağlıyordu. Köhler ile Campagno’ya göre
ise, Vadi kültürünün Delta’yı etkisi altına alışı barışçı bir kültürleşmenin, yani komşunun
maddi kültürüne ve temsil ettiği değerlere öykünme sürecinin ürünüdür. Son arkeolojik
bulgular bu yaklaşımın isabetli olduğunu göstermektedir. Zira, Naqada maddi kültürü Aşağı
Mısır (kuzey) kadar Aşağı Nübye’de (güneyde) de kabul görmüştür; Yukarı Mısır’ın henüz
tekil bir siyasal otorite altında bütünleşemediği bir dönemde, bu iki yönlü yayılmanın şiddet
içeren dayatmacı yöntemlerle gerçekleştiği öne sürülemez. Naqada kültürüne teveccühün
nedeni herhalde Delta ile Nübye seçkinlerin tüketim alışkanlıklarının değişmesi ve Yukarı
Mısırlı seçkinlerinkine benzer bir iktidara ve onu simgeleyen prestijli objelere sahip olma
arzusudur (Watrin, 2007: 16-17; Campagno, 2013: 5). Başka bir deyişle, “Sma Tawy”nin (İki
ülkeyi birleştirmenin) ön koşulu kültürel bütünleşmedir, Nil toplumlarının örfleri bu sayede
bir-örnekleşebilmiştir (Raffaele, 2003: 100-101).
İster barışçı ister zora dayalı olsun, arkeologlar etkileşimin tek yönlülüğü (güneyden
kuzeye) hususunda birleşmişlerdir. Naqada yayılımından önce (Naqada IIb-c: 3600-3350),
Delta’nın Vadi’de (Yukarı Mısır’da) talep edilen egzotik malların güneye ulaştırılması için
aracı olduğunu ve böylelikle güneyli seçkinlerin siyasal meşruiyet arayışlarına hizmet ettiğini
biliyoruz. Bu çağlarda, Aşağı (Buto; Maadi) ve Yukarı Mısır (Naqada) kültürleri hala
birbirinden ayırt edilebilmektedir, ama 3200’de tamamlanacak olan Naqada’nın yayılışı
boyunca Aşağı Mısır’a özgü maddi kültür sahneden çekilir ve Delta bölgesinde yoğun bir
güneylileşme yaşanır; Naqada maddi kültürü Vadi’de tutunmakla kalmamış, Delta’ya da
nüfuz etmiştir. Oysa 3350’ye kadarki kültür transferlerinin yönü Delta’dan Vadi’ye doğruydu,
örneğin Yukarı Mısırlılar metal işçiliğini Maadi (Aşağı Mısır) sakinlerinden öğrenmişlerdi.
Şimdi durumun tersine dönmesi ve Yukarı Mısır’ın siyasal merkez konumuna gelecek kadar
öne çıkması nasıl açıklanmalı? Naqada’yı farklı kılan herhalde onun fazlasıyla “alıcı” olması,
kendini yeniliklere, dolayısıyla dış etkilere kapatmaması idi (Watrin, 2007: 27)
Güneydoğu Akdeniz kıyılarından Yukarı Mısır’a taşınan Uruk maddi kültür öğelerinin
başında çanak-çömlekler (dört kulplu küpler, ağızlıklı testiler) gelir. Ama Uruk tarzı çömlek
bir kez Yukarı Mısır’a girdikten sonra bezeme ve form açısından yeni coğrafyaya uyum
sağlayarak değişime uğramıştır. Örneğin Uruklu zanaatkârlar dört kulplu çömleği bezemek
için onu sivri uçlu objelerle kazırken Yukarı Mısırlı zanaatkârlar boyamayı yeğlemişlerdir.
Yine de, iki coğrafyada çömlek deseni olarak seçilen temalar (kuş ve kayık öbekleri ile dalga
ve üçgen biçimli geometrik çizgiler) değişmez. Güney Mezopotamya’nın Uruk (Warka)
kentinde bulunmuş ağızlıklı testiye uygulanan kimyasal analizler, testinin içinde şarap
kalıntıları olduğunu ortaya koyuyor. Testinin görünümü de bu tip çömleklerin sıvı taşımaya
yaradığı izlenimini güçlendiriyor. Güney Mezopotamyalıların bu objeleri Anadolu ve
İran’dan şarap getirmek için kullanmış olmaları mümkündür. Uruk ağızlıklı testilerinin
Mısır’daki varlığı 3450-3300 arasındaki 150 yıllık döneme tarihlenir. Bunlar sonraki 150
yılda (3300-3150) ortadan kalkar ve yerlerini tedricen Filistin tarzı şarap testilerine bırakırlar.
Mısır toprağında keşfedilen ağızlıklı testiler petrografik analize tabi tutulmadıkları için, bu tip
çömleklerin ne kadarının ithal ne kadarınınsa Mısırlı zanaatkâr eliyle üretilmiş olduğu
kolayca saptanamıyor. Yine de arkeologların formuna, kiline ve yapım tekniğine bakarak
Mezopotamya ile Susa’da (Uruk yayılımı sonucunda Mezopotamya’ya eklemlenen Güneybatı
İran) üretildiğine ikna oldukları, Mısır’ın güneyinde Nübye’de bulunmuş bir ağızlıklı testi
vardır ki bu obje Orta Nil sakinlerinin Naqada IIc döneminde (3450-3350) erken Uruk
kentlerinden çömlek getirttiklerinin kanıtı sayılır. Aslında, Mezopotamya çömleklerinin
Mısır’daki varlığı Uruk yayılımının Nil Vadisi’ne kadar ulaştığını göstermez. Bir kere, Uruk
maddi kültürü Mısır’a bütün unsurlarıyla birlikte girmemiştir; örneğin Nil’de Uruk
çömlekçiliğinin en bilindik örneği olan ve kolay üretilen “eğik kenarlı kâse”den iz yoktur.
Elimizde bir kısım Uruklunun Mısır’a yerleşip Doğu Akdeniz ticari ağlarına aktif biçimde
katıldıklarına dair delil de bulunmuyor (Watrin, 2004: 58-63); oysa Orta ve Yukarı Fırat
yerleşimlerine göç eden güneyliler, kuzeyden güneye prestijli/egzotik hammadde akışını
kolaylaştırmışlardı. Özetle, Mısır üzerindeki Uruk etkisi doğrudan değil dolaylıdır, Uruk
kültür evreninin Mısır’ı içine alarak genişlediği asla öne sürülemez.
Güneybatı Asya’dan Mısır’a Obsidyen ve Lapis Lazuli Girişi
Mezopotamya ile Mısır’ı dolaylı da olsa birbirine bağlayan ticari ağın varlığı çömlek
dışındaki kalıntılardan da (lapis lazuli, obsidyen) çıkarılabilir. Obsidyen Neolitiğin başından
beri takas edilen, Mezopotamya ve Levant (Kıbrıs dâhil Doğu Akdeniz Havzası) sakinlerinin ahip olmak istedikleri volkanik bir camdır. Objenin Yakın Doğu’nun uzak noktalarına
taşınmasını mümkün kılan ilk yöntem down-the-line3 ticaret modelidir. Bu modelde malın
kim tarafından ne kadar talep edildiği bilinemez, iyi planlanmış ve sürekli işleyen bir ticaret
yolundan da söz edilemez. Özellikle Anadolu’nun volkanik dağlarında çıkarılan ürün, 9-6.
binyıllar arasında Kıbrıs, Suriye ve Yukarı Fırat gibi bölgelere ihraç edilmiştir. Anadolu
obsidyeni 5. binyıl başında Filistin’e girer ve binyıl sonunda Sina’nın kuzey kıyılarına ulaşır.
Sina’dan sonra sıra 4. binyıl boyunca obsidyen ithal eden Aşağı ve Yukarı Mısır’a gelir.
Yukarı Mısır’da bugüne dek keşfedilen en eski obsidyen bıçak Naqada Ic dönemine (3700-
3600) tarihlenir. Petrografik analizlere göre Anadolu’dan (Bingöl’den) gelen ilk obsidyen
bıçak ise Aşağı Mısır höyüklerinde bulunmuştur ve Naqada IIc dönemine (3450-3350) aittir.
Ancak Mısır’daki obsidyenin tamamı Anadolu kökenli değildir; Nil’e başka bölgeden, büyük
olasılıkla Kızıldeniz’in güneyinden de obsidyen girişi olmuştur (Watrin, 2004: 63-64).
Mısırlı seçkinlerin 4. binyılda, ülke karmaşık topluma doğru evrilirken talep ettikleri bir
başka değerli taş lapis lazulidir. Mısır yakınlarında lapis yatağı yoktur; Taş, Yakın Doğu’ya
Afganistan’ın kuzey vilayeti Badahşan’dan gelir. Daha güneyde, Pakistan’ın Belucistan
Eyaleti’ne bağlı Chagai Tepeleri’nde de lapis çıkarıldığı biliniyor. Lapis işçiliğinin tarihi 7.
binyıla kadar gider. İlk lapis örneklerine Pakistan’ın Mehrgarh höyüğünde rastlanır. Lapis
objeler, sonraları Hindistan ve İran höyüklerine ulaşacaktır. Mezopotamya’da bulunan en eski
lapis objeler, 6. binyıl gibi erken bir döneme ait olup Kuzey Irak’ın Yarım Tepe höyüğünde
keşfedilmiştir. Ancak, parlak lacivert rengiyle Mezopotamyalı seçkinlerin ilgisini çeken ve
takı imalatında kullanılan lapisin Yakın-Doğu ile Mısır’da yaygınlaştığı dönem 4. binyıldır
(Moorey, 1999: 85-90).
Lapis Mezopotamya’ya MÖ. 4000’lerde girmiş; Mısırlılar lapis ve obsidyenle Naqada
Ic-IIa döneminde (3700-3550) tanışmışlardır. Bu objeler Mısır’a tek bir ticari ağ üzerinden
taşınmış olamazlar. Anadolu obsidyeninin Doğu Akdeniz’de dolaşıma girdiği yer büyük
olasılıkla Kuzeybatı Suriye’dir. Aynı mantık izlenirse, lapis down-the-line yöntemiyle önce
Kuzey Irak’a, Dicle üzerindeki Tepe Gawra yerleşimine, sonra Suriye’ye, dolayısıyla
Akdeniz’e, nihayet aracılar eliyle Filistin ve Mısır’a götürülmüş olmalıdır. Ancak Mısır’da
lapis ithalatının yoğunlaştığı çağlarda (3700-3300; özellikle 3450-3300), bu değerli taşın
erken Güney Mezopotamya kentlerine girişi durmuştur. Lapisin Yukarı Mısır’a ulaşabilmesi
için, ister deniz ister kara yolu kullanılsın, mutlaka Filistin ve Aşağı Mısır kıyılarına uğraması
gerekir. Oysa binyılın 2. ve 3. çeyreklerinde bu iki ara-bölgede lapis izine rastlanmaz. Yukarı Mısır’a önce tek-tük, sonraları düzenli biçimde lapis girişi olduğu ise tartışılmaz bir gerçektir
(Watrin, 2004: 65-66).
Peki, Yukarı Mısırlıların lapisi kuzey ticaret ağına (Filistin – Sina – Aşağı Mısır) ihtiyaç
duymadan Nil Vadisi’ne getirtmiş olmaları mümkün mü? Eldeki arkeolojik bulgulara göre
yanıtın müspet olduğunu düşünen L. Watrin, alternatif bir yol öneriyor. Kuzey Irak’tan (Tepe
Gawra’dan) Lut Gölü civarına, bugün İsrail-Ürdün sınırını oluşturan Akabe Vadisi üzerinden
Akabe Körfezi’ne (Kızıldeniz’in kuzeyi çatala benzer; çatalın doğu ucu Süveyş Körfezi, batı
ucu Akabe Körfezi’dir; iki ucun arasına Sina Yarımadası oturur), oradan deniz yoluyla Yukarı
Mısır sahillerine (Watrin, 2004: 66-67). Watrin, bu varsayımı iki temel üzerine inşa eder: 1-
Söz konusu çağlarda Filistin-Sina-Delta hattında lapis bulunmaması, 2- Tepe Gawra – Lut –
Akabe Körfezi koridorunun coğrafi konumu. Eğer mantıki temeli zayıf olmayan bu çıkarım
doğru ise, egzotik hammaddelerin/malların Mısır devletleşmesinin beşiği olan Nil Vadisi’ne
en az 3 farklı yönden, yani kuzeyden (Nil Deltası ya da Aşağı Mısır’dan), güneyden (Nübye
ya da Nil’in daha yüksek kesimlerinden) ve batıdan (Kızıldeniz’den) girdiğini teslim etmek
gerekir.
Uruk ve Mısır’da Silindir-Mühürler: Seçkinlerin Yükselişi
Mısır’ın Uruk (Mezopotamya) dünyasının dolaylı etkisine maruz kaldığı ve bunun
devletleşme üzerinde olumlu rol oynadığı hususunda arkeologların kuşkusu yok gibidir.
Çömlek stillerindeki benzerlik bir yana, Uruk etkisinin en belirgin kanıtı Uruk kültürünün
alâmetifarikalarından silindir-mührün Mısır’da gördüğü hüsnükabuldür. Nil Vadisi’nin ilk
silindir-mühürleri Uruk kentlerinden ithal edilmiş, sonraki örnekler ise yerli/Mısırlı
zanaatkârlar tarafından üretilmiş olmalıdır. Aslında, Mısır’da bugüne değin topraktan
çıkarılan en eski mühür, kireçtaşından imal edilmiş bir damga-mühürdür. Anadolu ve Kuzey
Suriye’de de Uruk tarzı silindir-mühürlerden önce bunlar kullanılırdı. Bu damga-mühür,
Matmar ile Naqada’nın tam ortasına düşen Naqa ed-Dêr adlı Yukarı Mısır yerleşimindeki bir
mezarda keşfedilmiştir ve Naqada IIb (3550-3450) dönemine aittir. Orta Mısır’daki Harageh
yerleşiminde, aşağı yukarı aynı devre tarihlenen bir başka damga-mühür bulunmuştur.
Mısır’daki en eski iki silindir-mühür ise, sonraki yüzyılda (3450-3350) Naqada mezarlarından
çıkarılmış olup yine kireçtaşından imal edilmiştir. Arkeologların ortak kanısı, Mısır’ın
kendine özgü mühür geleneğinin olmadığı ve gerek damga gerekse silindir mühür kültürünü
doğu komşusu Mezopotamya’dan ödünç aldığıdır. Ama bunları söylerken Mısır silindirmühür desenlerinin Uruk-Warka kentinden ziyade bir Güneybatı İran kenti olan Susa
oymacılığından esinlendiğini belirtelim. 4. binyıl Mezopotamya kültürüne adını veren Uruk,
pek çok açıdan (nüfusu, yüzölçümü ve devletleşme kapasitesi ile) bir merkez olduğu halde oymacılık sanatında komşusu Susa’yı izlemekle yetinir. 4. binyıl ortasında Mezopotamya
kültürünü benimseyip “Uruk dünyası”nın parçasına dönüşmüşse de, silindir-mühür desenleri
söz konusu olduğunda Susa hep öncü rolü oynamıştır (Honoré, 2007: 31-34, 41-42).
Uruk kültürünün Nil Vadisi’ne bir nüfus hareketi sonucunda girmediği açıktır; Mısır’da
Uruklu göçmenlerin kurduğu hiçbir yerleşim yoktur. Demek ki Mısır’daki Uruk etkisinin
nedeni, ticaretten kaynaklanan kültürel öykünmedir. Watrin’in yukarıda aktardığımız alternatif
güzergâh önerilerine karşın, Uruk maddi kültürünün Mısır’a Kuzey Mezopotamya (Suriye–
Lübnan–Filistin–Sina) üzerinden ulaştığı varsayımı hala en fazla kabul gören yaklaşımdır.
Buna göre, mallar Suriye kıyılarından Nil’e kara ve/veya deniz yoluyla ulaştırılmıştır. 4.
binyılın ikinci yarısında yalnızca down-the-line modeli uygulanıyor ve uzun-mesafeli ticari
ağlar henüz ortaya çıkmamış olsaydı, başka bir senaryo üretmek kimsenin aklına gelmezdi.
Ancak lapis için olduğu gibi, silindir-mühür bahsinde de, Büyük Mezopotamya’yı Yukarı
Mısır’a bağlayan hattı tarif etmekte yaşanan sıkıntı, Filistin gibi aracı olduğu düşünülen
bölgelerde Uruk maddi kültüründen iz bulunmayışıdır. Uruk silindir-mühürlerinin Mısır’a
götürüldüğü ya da oralı oymacılar tarafından taklit edildiği bir dönemde, 4. binyılın ikinci
yarısında, Filistinli seçkinlerin statülerini sergilemek ve ekonomik kayıtlarını tutmak için bu
objeleri kullanmamış oluşu, Watrin gibi yazarların niçin alternatif yollar önerme ihtiyacı
duyduklarını açıklamaya yeter. Nitekim meslektaşı Watrin’i izleyen E. Honoré deniz yollarını
öne çıkarmaktadır. Ona kalırsa, Basra Körfezi’nden hareket eden tekneler Arap Yarımadası’nı
dolanıp Kızıldeniz’e, oradan da “wâdi” adı verilen nehir yatakları sayesinde (debisi düzensiz
olan bu yataklar zamanla kurumuşlardır) Yukarı Mısır’a ulaşmış olabilirler. Ne ki, bu tür
mantıksal varsayımların somut delille desteklenmediği akılda tutulmalıdır (Honoré, 2007: 42).
Uruk silindir mühürleri Mezopotamya’da mal teslimatını kolaylaştırmak (gönderenin
kimliği ile malın miktarını belirtmek) ya da mülkiyet ilişkilerini düzenlemek için kullanıldı.
Bunlar yönetim ve işletme ile ilgili sorunlara çözüm getirmek için icat edildiler ve kayıt tutma
sistemlerinin parçası olarak kaldılar. Bazı yazarların şeflik olarak tanımladığı “devletleşme
sürecindeki karmaşık toplumlar”a özgü bu tip objeler, Mezopotamya’daki gibi Mısır’da da
kurumsallaşmanın gelişini haber verseler bile, Uruk kentlerindeki işlevlerini yitirmişlerdir.
Mısır’daki ilk silindir mühürler, mülkiyet/teslimat işlerini düzene koymaktan çok seçkinleri
toplumun geri kalanından ayırt etmeye yarayan birer süs eşyası, egzotik ve dekoratif birer
obje olarak kullanılmıştır. Mısırlılar, silindir mührün Uruk’ta imza yerine geçtiğini biliyor
olsalar da, ona yerli seçkinlerin kudretini simgeleyen yeni bir anlam yüklemişlerdir (ziynet
eşyası ya da sınıfsal simge). Mezopotamya’dakinin aksine, Mısır’daki silindir-mühürlerin
yanında, “içine teslimatın miktarıyla ilgili hesap taşları konan, zarf yerine geçtiği için
mühürlenen ve alıcı tarafından kırılarak açılan kil toplar” ile sayısal kil tabletler bulunmaz. Silindir-mühürlerin mezarlara konması, Mısırlıların bunları statü göstergesi saydıklarını
kanıtlar. Ama Geç Naqada IId dönemi (3250-3150) mühür örnekleri incelendiğinde, mühür
büyüklükleri/desenleri ile kullanılan hammaddenin değiştiği görülür. Mısırlılar, kendilerine
has desenler icat ederek Mezopotamyalı sanatkârlara öykünmeyi bıraktıkları bir anda, silindirmühürleri Uruklu seçkinler gibi yönetsel birer araç olarak görmeyi de öğrenmişlerdir (Honoré,
2007: 37, 43).
Silindir mühürlerin oyma desenleri, Mısırlıların Uruk kentlerindeki temalara ve Uruk
ideolojisine nüfuz etmekte zorlanmadıklarını gösterir: Mısırlı sanatkâr Uruklu meslektaşının
ürettiği mühür oymasını yeniden yaratırken onun anlam dünyasına hiç de uzak değildir. Bu
konudaki en ilginç örnek, 5. binyılın ikinci yarısından itibaren Basra Körfezi’nden MalatyaDeğirmentepe’ye kadar Uruk dünyasının (Güney ve Kuzey Mezopotamya) farklı noktalarında
karşımıza çıkan “vahşi hayvanlar efendisi” temasının Naqada IIc döneminde (3450-3350)
Yukarı Mısır’ın ilk kentlerinden Nekhen/Hierakonpolis’teki bir mezarda görünmesidir. Yakın
Doğu’nun bütününde başarılı biçimde taklit edilen bu kompozisyonda, kudretli bir adam
kedigiller familyasına mensup iki yırtıcının (aslan?) arasında durur ve onları birer eliyle
boğazlarından kavrayıp soluksuz bırakır (Watrin, 2004: 68-71).
Mısır ve Mezopotamya mühürlerinde yüceltilen “hayvan efendisi” figürü, kuşkusuz bir
kahramanı, büyük olasılıkla da her şeye gücü yeten yöneticiyi temsil etmektedir. Binyıl
sonuna doğru tasvirlerden yansıyan hâkimiyet ilişkisi değişim geçirir: artık krala boyun
eğenler, yırtıcı (aslan) ya da tehlikeli hayvanlar (hipopotam) değil, Nil Vadisi’nden olmayıp
Mısır nizamını tehdit eden yabancılardır (Köhler, 2010: 49).
Devletleşme, Takas Ağları ve Zanaatta/Siyasette Uzmanlaşma,
Mısır, 4. binyıl ortalarında birbiriyle bağlantılı 3 süreç yaşamıştır: yerel seçkinlerin
yükselişi; toplumsal tabakalaşmanın belirgin hale gelişi; zanaatta uzmanlaşma. Bu gelişmeler,
bir bütün olarak, neolitik köy toplumundan çıkışı haber verirler. Sosyoekonomik statülerini
görünür kılıp “mekanik bir meşruiyet ve itaat” elde etmek isteyen seçkinler, toplumsal
konumlarını pekiştirmek için başka hiçbir sınıfın ulaşamadığı lüks objelere sahip olmak
isterler; bu malların üretimi ise tam-zamanlı ve uzmanlaşmış bir zanaat etkinliği gerektirir
(Wilkinson, 1999: 28). Uzun-mesafeli takas, bu üçlünün ortasına oturur: Statü göstergesi
malların bir kısmı dışarıdan getirtilebilir, yerli zanaatkârın işleyeceği özel hammaddeler ülke
içinde bulunmayabilir.4. binyılda zanaatın başını çeken sektör çömlekçiliktir. Binyıl ortalarına kadar Nil
Vadisi’nde üretilen çanak-çömleklerin hammaddesi alüvyonlu (lığlı) kildir. Çömlek bu
devirlerde hala ev ekonomisine özgü ilkel teknolojiyle imal edilmektedir; alüvyonlu kile şekil verip fırınlamak diğerlerine nazaran kolaydır. Zanaatta uzmanlaşmanın başladığı, özgün ve
çok daha fazla sayıda çömleğin talep edildiği Naqada II (3600-3200) koşullarında ise, işçiliği
zahmetli de olsa, Mısır’da bolca bulunan kille karışık kireçli toprak ve çöl kili kullanmak
gerekir. Killi-kireçli toprak bezekli çömlek üretimi için idealdir. Yeni malzemeler, özenli bir
fırınlama süreci ile yüksek ısıyı zorunlu kılmaktadır. Nitekim binyılın ikinci yarısına damga
vuran bezekli çanak-çömlekler, daha üstün bir teknolojinin ve düzeyi daha yüksek bir
uzmanlaşmanın sonucudur. Teknolojik ilerleme kadar önemli bir başka gelişme, Yukarı Mısır
çömleğinin Aşağı Nil’de yaygınlaşması ve Aşağı Mısır’a özgü usuller ile teknikleri tedrici
biçimde tasfiye etmesidir. Sürece yön veren 3 faktörün altı çizilmelidir. 1-Yukarı Mısır
çömleğinin teknik üstünlüğü, Aşağı Mısırlıları bu tarz çömlekler üretmeye itmiştir. 2- Kireçli
topraktan üretilen bezekli kaplar ile Filistin çömleklerinin taklidi olan tutamaçlı testiler, ileri
fırınlama teknikleri gerektirdikleri için Yukarı Mısır’da üretilir ve Aşağı Mısır’a ithal edilir.
3- Bu tür istisnai durumlar haricinde, Yukarı Mısır’daki uzmanlaşmış çömlek atölyeleri dış
pazar için de üretirler; teknik gelişmelere ayak uydurmaktan başka çaresi olmayan Aşağı
Mısırlılar ise, yeni tip çömlek edinmeye isteklidirler. Delta yerleşmesi Minşat Ebu Ömer’deki
mezarlar, Kuzey/Aşağı Mısır’ın güney çömlek tarzından fazlasıyla etkilendiğini kanıtlamaya
yeter. Güney maddi kültürü bu höyükte öyle kalıcı bir varlığa sahiptir ki bazı yazarlar Minşat
Ebu Ömer’in Filistin-Mısır ticaretinin koordine edildiği bir Yukarı Mısır kolonisi olabileceği
ihtimalini bile gündeme getirmişlerdir (Wilkinson, 1999: 28-29).
Geç Bakır Çağı (3600-3300) silindir mühürlerine ve mühür baskılarına bakılırsa,
Mısır’ın ilk seçkinleri bölgelerarası takas ağlarını denetleyip ticareti kayıt altına almışlardı.
Ortada henüz devlet adını hak edecek bir mekanizma yoksa da, Mısır’ın bürokratikleşme
yolunda güçlü adımlar attığı bir dönemdi bu: Bazı mallar, kamusal meşruiyete sahip kişi ya da
kurumların denetiminde üretiliyor, depolanıyor ve takasa hazır hale getiriliyordu. Erken
seçkinler için prestijli malların kimlerin elinde toplanacağına karar vermek yaşamsal önem
taşıyordu, zira ekonomik-siyasal iktidarı sürekli kılmanın kestirme yolu servet biriktirmektir.
Devletleşme ile takası denetleme gücü arasındaki bağlantı o denli açıktır ki Mısır devletinin
doğum yeri olan Abydos ve Naqada gibi Yukarı Mısır yerleşimleri, aynı zamanda Nil
Vadisi’nin ilk ticari merkezleridir. Naqada’daki geniş yapı kompleksinde keşfedilen mühürlü
kil objeler, burada çok sayıda personelin çalıştığını, onlar sayesinde büyük miktarda malın
depolanıp takasa hazırlandığını kanıtlar. Ne ki, Geç Bakır Çağı’ndaki yönetsel merkezileşme
eğilimleri yazılı kayıt tutma pratiğinden yoksundur. Mühür desenleri, yazı karakterlerinden
değil resimsel ve geometrik işaretlerden oluşmaktadır. Mısır hiyerogliflerinin ilk örneklerine
ancak Naqada IIIa (3300-3200) ya da Ön-Hanedanlar (Protodynastic period: 3300-3100)
dönemine girilirken rastlanır (Köhler, 2010: 41).
Mısır-Filistin hattındaki Erken Bakır Çağı’na (3900-3600) tarihlenen arkaik ticaret,
bağımsız tacirler tarafından ve eşek kervanları ile yürütülüyor olmalıdır. Doğrudan ya da
dolaylı olarak down-the-line yöntemiyle yapılan takas, Geç Bakır Çağı’nda (3600-3300) daha
akılcı biçimde işleyen ve seçkinler tarafından denetlenen yeni bir ticari sisteme evrilir. Artık
takas yolları üzerinde birbirlerine ham ve mamul ürün aktaran bölgesel merkezler belirmiştir.
Bunlar, ticaretin işleyişine müdahaleyi kazanılmış hak sayan bölgesel seçkinlerin ve onların
yanında saf tutarlarsa ticari kapasitelerinin artacağını fark eden tacirlerin çabalarıyla daha da
genişlemiştir. Binyıl ortalarında yabancı tüccarın Aşağı Mısır’da ticari faaliyet yürüttüğü
kesindir. Zira bugün Kahire ili içinde bulunan Maadi höyüğünde, Mısır mimarisine yabancı
ama Levant geleneğiyle uyumlu (yeraltında mal depolamaya yarayan) yapılar keşfedilmiştir.
Bu keşif, Filistinli tüccarın Mısır’daki fiziki varlığının açık delili olarak okunabilir (Köhler,
2010: 40).
Mısır’da 4. binyılın son çeyreğine kadar devlet diyebileceğimiz bir toplumsal, siyasal ve
ekonomik örgütlenme formu oluşmamıştır. “Devlet”i “devlet-olmayan”dan ayırmak zordur,
ancak erken devlet çalışmalarına katkılar sunan antropologların bazı kıstaslarda uzlaştıkları
görülür. Buna göre, devletin gelişini haber veren belirtiler, 1- uzmanlaşmış zanaat, 2- meşru
yöneticilerin örgütlediği siyasal iktisat, 3- uzun mesafeli ticaret, 4- toplumsal karmaşıklık, 5-
bürokrasi, merkezileşme ve 6- tutarlı biçimde tanımlanmış devlet ideolojisidir. Görüldüğü
gibi, devleti neolitik köy toplumu ve devlet-öncesi karmaşık toplumdan (bu evreyi “şeflik”
terimiyle tanımlayanlar da olmuştur) ayırt etmek için önerilen kıstasların ilk üçü ekonomik,
dördüncüsü toplumsal, son ikisi siyasaldır (Köhler, 2010: 38). Bu kıstasların ortaya çıkması
için bazı uyarıcıların devreye girmesi gerekir: çevresel koşulların elverişliliği, hızlı nüfus
artışı, doğal kaynaklara yakınlık, tarımsal hinterlandın yeterince geniş olması ve ticari yollara
erişebilme olanağı gibi. Bu tür uyarıcılar ilk anda köy boyutunu aşan bölgesel merkezlerin
belirmesini sağlar, ticari-ekonomik merkezler ise zamanla siyasal iktidarın kurumsallaştığı
(ön-devletin laboratuarını oluşturan) yönetsel merkezlere dönüşürler.
Devletleşme atılımının merkezi Yukarı Mısır ile Geç Hanedan-Öncesi Dönem’de
(3300-3100) onunla bütünleşen Aşağı Mısır’ın komşu ülkelerden hangi malları talep
ettiklerini saptamakta yarar vardır. 4. binyılda Levant’tan Mısır’a akan malların başında bakır,
anavatanı Lübnan olan sedir ağacı, yağ, reçine, şarap ve saklama kapları gelir. Afganistan
kökenli lapis lazuli ile sair değerli taşın dağıtım merkezi Kuzey Mezopotamya’dır. Sina
Yarımadası’ndan ve (Nil Vadisi ile Kızıldeniz arasındaki) Doğu Çölleri’nden ise, altın,
gümüş, türkuaz gibi nadir bulunan mallar ve yarı-değerli taşlar ithal edilir. Kürk, tütsü, reçine,
abanoz ve fildişi gibi egzotik mallar için yüzlerini Nübye’ye (Sudan’a) dönen Mısırlılar,
obsidyeni Anadolu ve Etiyopya’dan getirtmiş olmalılardır (Köhler, 2010: 40).
. Seçkinlerin Lüks Meta Talepleri ve Ticaret Kolonileri (3300-3000)
Mısır’daki devletleşme, Filistin’le yürütülen ticaretten ve bu bölgede filizlenmeye
başlayan koloni tipi yerleşmelerden kesinlikle bağımsız değildir. Hikâyenin giriftleştiği ve
tarihin hızlandığı an, Bakır Çağı’nın bitip Bronz Çağı’nın başladığı 3300 sonrasıdır. Devlete
hazırlık evresi olan bu yeni döneme ad vermek zordur. Dönemin sınırları aşağı yukarı belli
olsa da (3300-3100), adlandırma hususunda fikir birliğine varılmış değildir. “Ön-Hanedanlar
Evresi” (Protodynastic period) ya da “Geç Hanedan-Öncesi Dönem” (Late Predynastic
Period) gibi tamlamalar mı tercih edilmelidir? Yoksa “Ön-Krallıklar” (Proto-kingdoms), “ÖnDevletler” (Proto-states) ya da “Şeflikler” mi? (Chiefdoms) Hangi kavramı kullanırsak
kullanalım Mısır’ın 33. ve 32. yüzyıllarda kritik bir dönemeçten geçtiği açıktır. Zira Yukarı
Mısır’daki Naqada höyüğüne referansla Naqada IIIa-b olarak tanımlanan merkeziyetçi kültür
Aşağı Mısır’a bu evrede ulaşmış, Mısır’ın bütünleşmesi bu çağda başlamıştır. Dönemin 3 ayırt
edici özelliği vardır. 1- Aşağı ve Yukarı Mısır’ın ayrı parçalar olmaktan çıkıp Naqada kültürü
altında birleşmesi. 2- Narmer ile 1. Hanedan’ı önceledikleri için 0. Hanedan üyeleri sayılan
ön-kralların (Akrep I, Çifte Şahin, İri-Hor, Ka, Akrep-Kral ya da Akrep II) belirişi. 3- Yukarı
Mısır (Hierakonpolis, Naqada, Abydos) ile Aşağı Nübye’deki (Mısır-Sudan sınırı: Sayala,
Qustul) merkezlerin kurumsallaşma eğilimlerinin hız kazanması (Campagno, 2013: 2, 7).
Kurucu-Kral Narmer’den Önce: 0. Hanedan ya da Ön-Devletler
Van den Brink, kronolojik kolaylık açısından Naqada III dönemini üç evreye bölüyor.
Buna göre, Naqada IIIa (3300-3200), resimsel tasvirlerden yazı kültürüne geçilemediği için
ön-kral adlarının bilinmediği 00. Hanedan devrine denk düşer. Naqada IIIb ya da 0. Hanedan
döneminde (3200-3100), yazı arkaik biçimde de olsa zuhur etmiştir; artık resim düzeyindeki
tasvirler ve yazılı kayıtlar sayesinde ön-kral adları saptanmaktadır. Ön-kral adlarının
derlendiği asli kaynak Abydos mezarları olduğundan, 0. Hanedan altında listelenen (Akrep,
İri-Hor, Ka) ön-kralların çoğu Abydosludur. 1. Hanedan’ın ve İki Mısır Krallığı’nın kurucusu
Narmer de Abydos kral soyundandır. Onun tahta çıkışı, Naqada IIIc dönemiyle (3100-2900)
özdeşleştirilen 1. Hanedan’ın doğumunu müjdeler (Raffaele, 2003: 105, dipnot 28). Tam bu
noktada, Narmer’in yaşadığı dönemi kati surette saptamanın zorluğu hatırlatılmalıdır.
Mısırologlar “Kurucu”nun 3150-2950 arasında hüküm sürdüğünden eminler, ancak sunulan
tarih aralığının genişliği Mısır devletinin doğuş öyküsünde gedik açmaktadır. Mısırolog
Braun’un aktardığı radyometrik analizlere göre, Narmer’in halefi Aha 32. yüzyılın ikinci
yarısında hüküm sürmüş olabilir. Bu durumda, Narmer’in hükümdarlığını 3200-3150 gibi
erken bir çağa çekmek bile mümkündür (Braun, 2001: 1283-1284). Elinizdeki metinde ise,
Kurucu-kral Narmer’in 3100 civarında hüküm sürdüğü varsayılacaktır.
Abydos kuşkusuz bütünleşme öncesinde Mısır toprağını paylaşan rakip ön-devletlerin
en önemlisidir, zira 1. Hanedan’ın oluşumuna zemin hazırlayan krallar buradan çıkmıştır. 0.
Hanedan’ın son iki üyesi Ka ile Narmer’e ait serekhler (kraliyet armaları) Aşağı Mısır’ın
önemli merkezleri Tarkhan ve Helwan’a kadar ulaşır. Öyleyse, Naqada yayılımı sayesinde
Yukarı Mısır’ın maddi kültürünü alan Delta, (ticari amaçlarla ya da ön-kralların memurları
olarak gelen) Vadi kökenli toplulukların nüfus hareketine açılmış olmalıdır (Raffaele, 2003:
103). Anlaşılıyor ki Naqada yayılımının (3350-3250) getirdiği kültürel kaynaşma İki Mısır
arasındaki ticari etkileşimi (3250-3150) güçlendirmiş; Delta, Yukarı Mısırlıların karar verici
konumda oldukları ve belki koloniler sayesinde Aşağı’nın ticari üslerini denetleyebildikleri
bir süreçte, Yukarı Mısırlı ön ve erken krallar tarafından ilhak edilmiştir (3150-3050
Mısırologlar tarafından sıkça telaffuz edilmesine karşın, “0. Hanedan” terimi aslında
yanıltıcı ve uygunsuzdur. Zira terimi kullanan yazarların hiçbiri, aynı soydan gelen ve aynı
toprak parçası üzerinde hüküm süren “kral”ları kastetmez. “0. Hanedan”ın ön-kralları, farklı
ve birbirinden uzak bölgesel merkezlere, belki aynı belki ayrı zamanlarda hükmeden ve adları
armalarından hareketle konan küçüklü büyüklü siyasal önderlerdir. Bu yüzden, Geç Hanedanöncesi dönemin kralları biçimindeki nötr bir adlandırma dönemin ruhuna daha uygundur. Bu
krallar hususunda karşılaşılan başka bir zorluk, yazılı kayıtların yokluğu ve yetersizliğinden
dolayı hangi ön-kralın ne zaman ve nerede hüküm sürdüğünün bilinememesidir. Serekh
uzmanları bile Mısır’ın rakip ön-devletlere bölündüğü dönemin hükümdarlarını kronolojik
sırayla sayamazlar. Bildiğimiz, Mısır’ın büyük bölümüne hükmeden ya da buna yaklaşan önkralların Ka, Akrep II ve Narmer olduğudur. İlk ikisinin adı, Aşağı ve Yukarı Mısır’daki pek
çok yerleşime ait eserlerde karşımıza çıkar. Sonuncusu, Mısırlıların kendi tarih algılarına göre
İki Mısır’ı birleştirip Krallığı kuran kişidir. Herhalde mitolojinin aktardığı bu anlatı gerçeğe
en yakın olanıdır; zira 1. Hanedan’ın hükmü başladığında (3100) 1. Çağlayan’dan Akdeniz
kıyılarına uzanan Nil hattı (üç binyıllık Mısır uygarlığı bu coğrafyayı kapsar) Abydos kral
ailesine mensup birinin otoritesi altında birleşmiş durumdadır. Narmer olduğu düşünülen kişi
başkent Memphis’i Nil Vadisi’ni Delta’ya bağlayan en stratejik noktaya, iki ülkenin birleştiği
yere kurar. Siyasal birlik idealine ulaşılmıştır; bu gelişmeyi tanrısal iradenin tezahürü sayan
Mısır zihniyetine göre, İki Ülke dışında kalan dünya “kaos toprağı”dır, “tanrısal düzen”in
vücut bulmuş hali olan Mısır’da yaşamaksa eşsiz bir ödül (Wilkinson, 1999: 44-45, 48-49).
İki Mısır’ın birleşmesi olarak bilinen ve 4. binyıl sonuna kadar siyaseten bağlantısız
Yukarı ve Aşağı Mısır’ın askeri bir zafer sonucunda bütünleştiğini öne süren anlatının tarihi
bir olgu olup olmadığını kuşkuları dağıtacak biçimde kanıtlamak olanaksızdır. Zira antik
Mısır zihniyeti, tarihsel olayları, kraliyet ideolojisini sürekli kılmak için ihtiyaç duyulan ve
ritüele dönüşen kolektif hatırlama sahnelerinden ayırt etmek yerine onları özdeş görme eğilimindedir. Çoğu Mısırolog, birleşme söyleminin tarihi gerçeklikle uyuştuğunu düşünür;
bunun kanıtı olarak da “Narmer Paleti” gösterilir. Palette işlenen ana tema, Aşağı Mısır
kralını yenen kudretli bir komutanın İki Ülke’yi birleştirdiğidir. Bütünleşmeyi mümkün kılan
muzaffer kralın palette ima edildiği gibi Narmer olup olmadığını bilmesek de, paletin varlığı
tek başına birleşme mitinin tarihsel gerçeklerle örtüştüğü varsayımını güçlendirmektedir
(Raffaele, 2003: 99-100, dipnot 2).
Arkeolojik veriler, “eşitlikçi toplum” özellikleri gösteren Aşağı Mısır’ın Naqada II’nin
bitip Naqada III’ün başladığı yıllarda (3200) Yukarı Mısır’daki merkezileşme eğilimine
kayıtsız kalamadığına ve güneye has hiyerarşik toplum modeline uyum sağlayıp köklü bir
kültürel dönüşüm geçirdiğine işaret eder. Artık Delta’nın seçkinleri de doğal kaynakların
dolaşımını denetlemekte, prestijli meta sahibi olmayı statülerinin gereği saymakta,
sosyoekonomik ve siyasal açıdan toplumun geri kalanından farklı olduklarını hissettirmek için
ölülerinin yanına egzotik hediyeler koymaktadırlar. Kısacası, Naqada III’e geçiş evresinde,
Aşağı ve Yukarı Mısır aynı maddi kültürü ve toplumsal yapıyı paylaşmaktadır; Vadi ile Delta,
devlet otoritesi altında bütünleşmeye hazırdır (Wilkinson, 1999: 30).
Mısır devletin doğum yeri güneydir. Zira Yukarı Mısır’ın arazi koşulları sulamalı tarıma
uygundur, Vadi’nin verimli alüvyonlu toprağı ihtiyacı aşan bir üretim kapasitesine sahip
olduğundan servet biriktirmeye elverişlidir. Yukarı Mısır’da Nil’i doğudan ve batıdan
çevreleyen, doğal kaynak bakımından da zengin olan çöllere ulaşmak kolaydır; büyüklü
küçüklü dere yatakları, debileri düzensiz olsa ve yazın kurusalar da çöllerle nehir havzası
arasındaki mesafenin aşılmasını sağlarlar. Bu doğal kaynaklar, statü kaygısıyla tüketen
(gösterişçi ya da sosyal statü kazanma amaçlı tüketim: “conspicuous consumption”) ve devlet
seçkinlerine dönüşecek olan yerel önderlerin talep ettiği lüks malların üretimine yaradıkları
için devletleşmeyi hızlandırırlar. Böylesi bir ortamda, ticari yolları etkin biçimde denetleme
gücü olan, yakın hinterlantları kendilerine bağlamakla yetinmeyip daha geniş bir coğrafyadaki
ticari ağların oluşumuna ve işleyişine müdahale edebilen “bölgesel merkez”lerin doğması
kaçınılmazdır. Siyasal iktidarlarını kurumsallaştıran (uzun vadede devleti keşfedecek olan)
seçkinler uzun yürüyüşlerini bu merkezlerden başlatmışlardır (Wilkinson, 1999: 30).
Yukarı Mısır’ın İlk Ticari Merkezleri: Abydos, Naqada, Nekhen
Yukarı Mısır devletleşmesinin çıkış noktası olarak 5 merkezin adını saymıştık:
(kuzeyden güneye) Abydos/Thinis, Naqada, Hierakonpolis (Nekhen) ve aslında Aşağı Nübye
yerleşimleri olan Sayala ile Qustul. Bunların her biri, Mısır Krallığı’nın kurumsallaşmasına
katkıda bulunan bölgesel merkezlerdir. Abydos’un önemi, kraliyet ikonografisinin (erken
seçkinlerin şekillendirdiği güç merkezileşmesini haber veren resimsel ifadelerin) ilk burada belirmesinden kaynaklanır. Abydos’ta iktidarın kurumsallaşmasıyla kentleşme arasında
doğrudan bir bağlantının olduğu sezilir. Mezopotamya devletleşmesi hiçbir kuşkuya yer
bırakmayacak biçimde kentleşmenin ürünü iken, Mısır’da devletin henüz kent olmamış
bölgesel merkezler üzerine kurulduğu, meşruiyetini bunları bir kraliyet ideolojisi etrafında
bütünleştirebilmesinden aldığı görülür. Abydos, kente doğru bir adımsa da, çağdaşı olduğu
Mezopotamya kentleriyle, hele (20-40 000 kişiyi bir kimlik altında birleştirmeyi başarmış)
Uruk’la karşılaştırılamaz. Yine de o, (Hierakonpolis’le birlikte) erken Mısır tapınağının ilk
örneklerinin inşa edildiği iki yerleşimden biridir. Tarihi kayıtlardan, Abydos mezarlarına
gömülen seçkinlerin This/Thinis adlı yakın bir mahalde ikamet ettikleri anlaşılır. Mısırologlar,
This’in coğrafi konumunu belirleyebilmiş değillerdir. Ortada This’e ait bir harabe yoksa da,
genel kanı onun eski Abydos ile modern Girga kenti civarında konumlandığı, belki Girga’nın
This kalıntıları üzerinde yükseldiği yönündedir. İşte bu yüzden, This ile Abydos birbirinden
ayrı düşünülemez. Sonraki dönemlere ait yazılı kayıtlar, This’in 1. Hanedan’a, dolayısıyla
erken devlete başkentlik yaptığını gösteriyor; Abydos mezarlarının büyüklüğü ve zenginliği
de bu yerleşimin Geç Hanedan-Öncesi Dönem’de ya da “Ön-Hanedanlar evresi”nde diğer
bölgesel merkezlerden daha üstün konumda olduğunu kanıtlamaya yeter. Mısır devletinin
doğum sancılarının başladığı bir döneme (3200) tarihlenen Abydos U-j mezarı, bu yargının en
somut delilidir: Bir ön-krala ait olduğu sanılan mezarda firavunların ellerinden düşürmedikleri
(çoban değneğine benzeyen) kancalı asanın ilk örneğine rastlanmıştır. Mısır’ın en bilindik
kraliyet sembollerinden birinin U-j mezarındaki hediyeler arasında (bu örnekteki kancalı asa
fildişinden yapılmıştır) görünmesi mezar sahibinin statüsü hakkında hiçbir kuşkuya yer
bırakmamaktadır. Bahsi bir noktayı daha hatırlatarak kapatalım: U-j, çağdaşı olan diğer bütün
mezarlardan geniştir. Bugüne kadarki kazılarda onun boyutuna erişebilen başka bir mezarın
daha bulunmadığı düşünüldüğünde, U-j mezarında yatan ön-kralın Nil Vadisi’nin büyük bir
kısmında hâkimiyet kurduğu kolaylıkla öne sürülebilir (Wilkinson, 1999: 33-34).
Evet, Abydos U-j mezarının göze çarpan ilk özelliği büyüklüğüdür (9.1 x 7.3 = 66.43
m
2
). Mezarda sonraki dönemlerin kraliyet sembolü kancalı asa dışında, Levant’tan (LübnanFilistin’den) ithal yüzlerce şarap testisi, titiz bir işçilik gerektiren ve yapımında fildişi ile
obsidyen gibi değerli malzemeler kullanılan objeler, hatta en eski yazı (hiyeroglif) örnekleri
bulunmuştur. Arkaik Mısır yazısı yüzlerce kemik parçası üzerine 2-3 işaret içerecek biçimde
nakşedilmiştir. Arkeologların kemik etiket adını verdiği objeler, sicim parçasıyla bağlandıkları
çömleklerin içindeki malın miktarını, türünü, geldiği yeri ve göndericiyi tanımlıyor olmalılar.
Öyleyse, Mezopotamya’daki muadili gibi, Mısır yazısı da hesap tutma ve merkezi bir kurum
için mal depolama ihtiyacından doğmuştur. Abydos kemik etiketlerinin en sofistike olanı,
(sonraki dönemlerde de aynı karakterlerle yazılan) Nil Deltası’nın güneydoğusundaki Bubastis yerleşimini tarif eder. Abydos Kralı, ya bu kadar erken devirlerde bile (3200)
hâkimiyet alanını Delta’ya (Aşağı Mısır’a) kadar yaymayı başarmıştır ya da Delta’nın
zanaatkârlarına prestijli mal sipariş edebilecek denli ayrıcalıklı bir statüye sahiptir. Bulgular,
Abydos seçkinlerinin büyük miktarda prestijli mal elde edebildikleri, zanaatkârlık ve yazıcılık
gibi mesleklerin onların denetimi altında biçimlendiği hususunda şüpheye yer bırakmıyor.
Toplum, ekonomik ve siyasal açıdan güçlü yöneticiler tarafından tabakalara (zanaatkârlar,
ustalar, çiftçiler, işçiler) bölünmüş görünmektedir. U-j mezarındaki çömleklerin kayda değer
bir kısmı akrep tasvirleriyle süslenmiştir, bu yüzden mezar sahibinin 0. Hanedan’ın ilk üyesi
(Akrep I adıyla bilinen ön-kral) olması muhtemeldir. Devletleşme bu mezarda yatan ön-kral
zamanında kritik evreyi aşmış olabilirse de, ortada ülkenin tamamını bütünleştiren bir siyasal
iktidar bulunmadığından Mısır devletinin doğduğuna hükmetmek için vakit erkendir. Mısır
hala ön-krallıklardan/ön-devletlerden oluşan çoğul yapıdan çıkamamıştır (Campagno, 2013:
4-5; Wilkinson, 1999: 34; Wilkinson, 2011: 26; Köhler, 2010: 44).
Hanedan-Öncesi Dönem’in 5 önemli merkezinden biri de, adını (4. binyılın neredeyse
tamamı için) “Yukarı Mısır maddi kültürü”ne veren Naqada yerleşimidir. Naqada, Nil’i
Kızıldeniz’e bağlayan ve maden bakımından zengin bölgelerden geçen Hammamat adlı su
yatağına (wâdiye) çok yakın bir mahalde kurulmuştur. Tarihi devirlerdeki adı Nubt (altın
kenti) olduğuna göre, yerleşimin 4. binyıl ortalarında ulaştığı refahın kaynağı herhalde doğu
çöllerinden getirilen bu değerli metalin Nil Havzası’na ve hatta Mısır dışına Naqada
üzerinden dağıtılmasıdır. Kesin olan, Naqada II döneminde (3600-3200) yerleşimi yöneten
yerel seçkinlerin bariz biçimde zenginleşmeleri, kendilerini nüfusun geri kalanından ayırt
etmek için çaba göstermeleridir. Doğmakta olan kraliyet ideolojisi adını saydığımız 5
merkezin ortak katkılarıyla biçimlenmiştir. Abydos nasıl tarihi devirlerde süreklilik kazanan
bazı sembollerin anavatanı ise, Naqada’nın yerel tanrısı Seth ile Hierakonpolis’in yerel tanrısı
Horus da Erken Hanedanlar Dönemi’nde (3100-2700) krallıkla bağlantılı (kralın bedeninde
cisimleşen) tanrısal figürler olarak Mısır devlet ideolojisinin oluşumuna doğrudan katılırlar. 1.
Hanedan’ın (3100-2900) kraliçelerine yakıştırılan bir unvan Horus ve Seth’i görendir; zira
onlar Horus ile Seth’in krallığını yönetenlerin seçkin eşleridir (Wilkinson, 1999: 30-32).
Ön-Hanedanlar Dönemi’nin (3300-3100) 3. merkezi Nekhen, Yunanca adıyla
Hierakonpolis’tir (şahinler kenti); o, Hanedan-Öncesi Dönem’in en geniş sınırlara sahip
yerleşimidir. Naqada gibi, Nekhen’i de doğu çöllerindeki maden yataklarına bağlayan bir su
yatağı (Wâdi Abbad) vardır. Onu diğer iki Yukarı Mısır merkezinden farklı kılansa, Aşağı
Nübye’yle komşuluğudur. Nekhenli seçkinler bu sayede Sahra Çölü’nün güneyi ile Mısır
arasındaki işlek ticaret yolunun nimetlerinden yararlanırlar. Yazılı kayıtlara bakılırsa, 0.
Hanedan’ın son üyeleri (Nekhenli) Akrep II ile (Abydoslu) Narmer, kentin tanrısı Horus onuruna topuz başları ve paletler yaptırıp bunları krallıkla özdeşleştirilen Şahin-Tanrı’ya
sunmuşlardır. Aşağı ve Yukarı Mısır’ın birleşmesini öyküleyen Narmer Paleti’nin keşfedildiği
yer de burasıdır. Mısırologlar, Mısır devletinin kurucusu kabul edilen Narmer’in Abydoslu
ön-kralların soyundan geldiği hususunda birleşirler. Britanyalı Mısırolog Wilkinson, AkrepKral’ın (Akrep II’nin) ise, Hierakonpolis’i yöneten aileye mensup olduğuna inanır:
Hierakonpolis’teki tapınakta Akrep-Kral’ın hükümdarlığını simgeleyen bir topuz başı
bulunurken Abydos’ta benzer bir objeye rastlanmaz. Bu durumda, iki merkezin denk güçte iki
krallık barındırdığı öne sürülebilir. Wilkinson’a göre, Nekhenli Akrep II’nin iktidarı sona
erdiğinde, meydan Abydos kralına kalmış ve bu şahıs İki Mısır’ın tek hükümdarına dönüşmek
için önemli bir engelden kurtulmuş olabilir (Wilkinson, 1999: 32, 42).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder