28 Eylül 2019 Cumartesi

Mezopotamya ile Ticaret, Uruk Kentleri ve Mısır Devletleşmesi

Mısır Mezopotamya haritası ile ilgili görsel sonucu

Mezopotamya ile Ticaret, Uruk Kentleri ve Mısır Devletleşmesi

Mısır-Filistin etkileşimi 4. binyıl ortalarında hızlanır ve ilişkiler binyılın ikinci yarısına damga vuran “kolonileşme” dalgasıyla yeni bir mecraya girer. Ticari kolonileşme, Mısır’a egzotik malların akışını kolaylaştırarak kurumsal örgütlenmeyi hedefleyen siyasal seçkinlerin önünü açmış olabilir. Tam burada şu soru sorulmalı: Devletleşmesi Mısır’dan önce başlayan, Uruk yayılımı (3700-3100) sayesinde Kuzey Mezopotamya ile ticari ortaklık kuran ve daha uzun soluklu bir “tabakalaşma/uzmanlaşma/merkezileşme macerası yaşayan Güney Mezopotamya kentleri, Doğu Akdeniz ticaretine doğrudan ya da dolaylı yoldan eklemlenip Mısır devletleşmesine katkı sunmuş olabilirler mi? Arkeologlar, 4. binyılı biçimlendiren ve güney kentlerinin egzotik mal talepleri doğrultusunda kuzeye yayılan Uruk kültürünün Mısır’a gerçekten nüfuz ettiği, etkinin 4. binyılın ikinci yarısında başladığı ve temasın güney kültürünü Uruk yayılımı sayesinde tanıyıp içselleştiren Kuzey Mezopotamya, özellikle de Suriye kıyıları üzerinden gerçekleştiğidir. Özetle, Güney Mezopotamya ile Mısır arasındaki (dolaylı) kültürel temas, 3500’lerde başlamış ve Uruk – Kuzeybatı Suriye – Filistin (Gazze) – Mısır hattını izleyen ticari ağlar sayesinde hayat bulmuştur (Watrin, 2004: 57).

 Kültürel Bütünleşmeden Siyasal Birliğe

4. binyılın başından beri Filistinli ve Aşağı Mısırlı aracılar/tacirler eliyle yürütülen Güneydoğu Akdeniz ticareti binyıl ortasında yeni bir evreye girmiştir. Öyleyse, Yukarı  Mısır’da binyıl sonunda devletleşmenin hızlanması ve kraliyet otoritesinin ortaya çıkışı ile Kuzey Mezopotamya’dan Nil Vadisi’ne giren Uruk maddi kültürü arasında bağ kurmak mümkün. Bu kültür, kurumsallaşmaya işaret eden objelere sahiptir; ayrıca, mallarla birlikte yeni teknikler, düşünceler ve kavramlar da Bereketli Hilal’den Mısır’a taşınmış olmalıdır. İki coğrafyadaki devletleşmeyi açıklamak için ortak bir terminolojiye bile başvurabiliriz. Güney Mezopotamya’daki devletleşme nasıl Uruk yayılımının neden olduğu (ticari, teknik, zanaatsal, sanatsal, siyasal) dinamizmden bağımsız değilse, İki Mısır’ı birleştirip Mısır devletini yaratan da bir ölçüde Naqada yayılımıdır, güneyli Naqada kültürünün kuzeye nüfuz edip onu kendi merkezi sistemine katarak genişlemesidir. İki durumda da, merkeziyetçi kültür güneyden kuzeye doğru yayılmıştır; ama nehirlerin akış yönü farklı olduğundan Mezopotamya’da devletin ortaya çıktığı yer Fırat-Dicle’nin aşağısı, Mısır’da ise Nil’in yukarı kesimleridir.

Yukarı Mısır’da serpilen hiyerarşik kurumsallaşma dozu yüksek Naqada kültürünün Aşağı Mısır’ı da kapsayarak genişlemesi (Naqada’nın yayılışı: 3350-3250) nasıl mümkün oldu? Konuyu derinlemesine inceleyen ilk uzmanlardan Kaiser, Delta’daki kültürel değişmeyi güneyden (Yukarı Mısır’dan) gelen fetih akınına bağlıyordu. Köhler ile Campagno’ya göre ise, Vadi kültürünün Delta’yı etkisi altına alışı barışçı bir kültürleşmenin, yani komşunun maddi kültürüne ve temsil ettiği değerlere öykünme sürecinin ürünüdür. Son arkeolojik bulgular bu yaklaşımın isabetli olduğunu göstermektedir. Zira, Naqada maddi kültürü Aşağı Mısır (kuzey) kadar Aşağı Nübye’de (güneyde) de kabul görmüştür; Yukarı Mısır’ın henüz tekil bir siyasal otorite altında bütünleşemediği bir dönemde, bu iki yönlü yayılmanın şiddet içeren dayatmacı yöntemlerle gerçekleştiği öne sürülemez. Naqada kültürüne teveccühün nedeni herhalde Delta ile Nübye seçkinlerin tüketim alışkanlıklarının değişmesi ve Yukarı Mısırlı seçkinlerinkine benzer bir iktidara ve onu simgeleyen prestijli objelere sahip olma arzusudur (Watrin, 2007: 16-17; Campagno, 2013: 5). Başka bir deyişle, “Sma Tawy”nin (İki ülkeyi birleştirmenin) ön koşulu kültürel bütünleşmedir, Nil toplumlarının örfleri bu sayede bir-örnekleşebilmiştir (Raffaele, 2003: 100-101).

İster barışçı ister zora dayalı olsun, arkeologlar etkileşimin tek yönlülüğü (güneyden kuzeye) hususunda birleşmişlerdir. Naqada yayılımından önce (Naqada IIb-c: 3600-3350), Delta’nın Vadi’de (Yukarı Mısır’da) talep edilen egzotik malların güneye ulaştırılması için aracı olduğunu ve böylelikle güneyli seçkinlerin siyasal meşruiyet arayışlarına hizmet ettiğini biliyoruz. Bu çağlarda, Aşağı (Buto; Maadi) ve Yukarı Mısır (Naqada) kültürleri hala birbirinden ayırt edilebilmektedir, ama 3200’de tamamlanacak olan Naqada’nın yayılışı boyunca Aşağı Mısır’a özgü maddi kültür sahneden çekilir ve Delta bölgesinde yoğun bir güneylileşme yaşanır; Naqada maddi kültürü Vadi’de tutunmakla kalmamış, Delta’ya da nüfuz etmiştir. Oysa 3350’ye kadarki kültür transferlerinin yönü Delta’dan Vadi’ye doğruydu, örneğin Yukarı Mısırlılar metal işçiliğini Maadi (Aşağı Mısır) sakinlerinden öğrenmişlerdi.

 Şimdi durumun tersine dönmesi ve Yukarı Mısır’ın siyasal merkez konumuna gelecek kadar öne çıkması nasıl açıklanmalı? Naqada’yı farklı kılan herhalde onun fazlasıyla “alıcı” olması, kendini yeniliklere, dolayısıyla dış etkilere kapatmaması idi (Watrin, 2007: 27)

Güneydoğu Akdeniz kıyılarından Yukarı Mısır’a taşınan Uruk maddi kültür öğelerinin başında çanak-çömlekler (dört kulplu küpler, ağızlıklı testiler) gelir. Ama Uruk tarzı çömlek bir kez Yukarı Mısır’a girdikten sonra bezeme ve form açısından yeni coğrafyaya uyum sağlayarak değişime uğramıştır. Örneğin Uruklu zanaatkârlar dört kulplu çömleği bezemek için onu sivri uçlu objelerle kazırken Yukarı Mısırlı zanaatkârlar boyamayı yeğlemişlerdir. Yine de, iki coğrafyada çömlek deseni olarak seçilen temalar (kuş ve kayık öbekleri ile dalga ve üçgen biçimli geometrik çizgiler) değişmez. Güney Mezopotamya’nın Uruk (Warka) kentinde bulunmuş ağızlıklı testiye uygulanan kimyasal analizler, testinin içinde şarap kalıntıları olduğunu ortaya koyuyor. Testinin görünümü de bu tip çömleklerin sıvı taşımaya yaradığı izlenimini güçlendiriyor. Güney Mezopotamyalıların bu objeleri Anadolu ve İran’dan şarap getirmek için kullanmış olmaları mümkündür. Uruk ağızlıklı testilerinin Mısır’daki varlığı 3450-3300 arasındaki 150 yıllık döneme tarihlenir. Bunlar sonraki 150 yılda (3300-3150) ortadan kalkar ve yerlerini tedricen Filistin tarzı şarap testilerine bırakırlar. Mısır toprağında keşfedilen ağızlıklı testiler petrografik analize tabi tutulmadıkları için, bu tip çömleklerin ne kadarının ithal ne kadarınınsa Mısırlı zanaatkâr eliyle üretilmiş olduğu kolayca saptanamıyor. Yine de arkeologların formuna, kiline ve yapım tekniğine bakarak Mezopotamya ile Susa’da (Uruk yayılımı sonucunda Mezopotamya’ya eklemlenen Güneybatı İran) üretildiğine ikna oldukları, Mısır’ın güneyinde Nübye’de bulunmuş bir ağızlıklı testi vardır ki bu obje Orta Nil sakinlerinin Naqada IIc döneminde (3450-3350) erken Uruk kentlerinden çömlek getirttiklerinin kanıtı sayılır. Aslında, Mezopotamya çömleklerinin Mısır’daki varlığı Uruk yayılımının Nil Vadisi’ne kadar ulaştığını göstermez. Bir kere, Uruk maddi kültürü Mısır’a bütün unsurlarıyla birlikte girmemiştir; örneğin Nil’de Uruk çömlekçiliğinin en bilindik örneği olan ve kolay üretilen “eğik kenarlı kâse”den iz yoktur. Elimizde bir kısım Uruklunun Mısır’a yerleşip Doğu Akdeniz ticari ağlarına aktif biçimde katıldıklarına dair delil de bulunmuyor (Watrin, 2004: 58-63); oysa Orta ve Yukarı Fırat yerleşimlerine göç eden güneyliler, kuzeyden güneye prestijli/egzotik hammadde akışını kolaylaştırmışlardı. Özetle, Mısır üzerindeki Uruk etkisi doğrudan değil dolaylıdır, Uruk kültür evreninin Mısır’ı içine alarak genişlediği asla öne sürülemez.

Güneybatı Asya’dan Mısır’a Obsidyen ve Lapis Lazuli Girişi


Mezopotamya ile Mısır’ı dolaylı da olsa birbirine bağlayan ticari ağın varlığı çömlek dışındaki kalıntılardan da (lapis lazuli, obsidyen) çıkarılabilir. Obsidyen Neolitiğin başından beri takas edilen, Mezopotamya ve Levant (Kıbrıs dâhil Doğu Akdeniz Havzası) sakinlerinin  ahip olmak istedikleri volkanik bir camdır. Objenin Yakın Doğu’nun uzak noktalarına taşınmasını mümkün kılan ilk yöntem down-the-line3 ticaret modelidir. Bu modelde malın kim tarafından ne kadar talep edildiği bilinemez, iyi planlanmış ve sürekli işleyen bir ticaret yolundan da söz edilemez. Özellikle Anadolu’nun volkanik dağlarında çıkarılan ürün, 9-6. binyıllar arasında Kıbrıs, Suriye ve Yukarı Fırat gibi bölgelere ihraç edilmiştir. Anadolu obsidyeni 5. binyıl başında Filistin’e girer ve binyıl sonunda Sina’nın kuzey kıyılarına ulaşır. Sina’dan sonra sıra 4. binyıl boyunca obsidyen ithal eden Aşağı ve Yukarı Mısır’a gelir. Yukarı Mısır’da bugüne dek keşfedilen en eski obsidyen bıçak Naqada Ic dönemine (3700- 3600) tarihlenir. Petrografik analizlere göre Anadolu’dan (Bingöl’den) gelen ilk obsidyen bıçak ise Aşağı Mısır höyüklerinde bulunmuştur ve Naqada IIc dönemine (3450-3350) aittir. Ancak Mısır’daki obsidyenin tamamı Anadolu kökenli değildir; Nil’e başka bölgeden, büyük olasılıkla Kızıldeniz’in güneyinden de obsidyen girişi olmuştur (Watrin, 2004: 63-64).

Mısırlı seçkinlerin 4. binyılda, ülke karmaşık topluma doğru evrilirken talep ettikleri bir başka değerli taş lapis lazulidir. Mısır yakınlarında lapis yatağı yoktur; Taş, Yakın Doğu’ya Afganistan’ın kuzey vilayeti Badahşan’dan gelir. Daha güneyde, Pakistan’ın Belucistan Eyaleti’ne bağlı Chagai Tepeleri’nde de lapis çıkarıldığı biliniyor. Lapis işçiliğinin tarihi 7. binyıla kadar gider. İlk lapis örneklerine Pakistan’ın Mehrgarh höyüğünde rastlanır. Lapis objeler, sonraları Hindistan ve İran höyüklerine ulaşacaktır. Mezopotamya’da bulunan en eski lapis objeler, 6. binyıl gibi erken bir döneme ait olup Kuzey Irak’ın Yarım Tepe höyüğünde keşfedilmiştir. Ancak, parlak lacivert rengiyle Mezopotamyalı seçkinlerin ilgisini çeken ve takı imalatında kullanılan lapisin Yakın-Doğu ile Mısır’da yaygınlaştığı dönem 4. binyıldır (Moorey, 1999: 85-90).

Lapis Mezopotamya’ya MÖ. 4000’lerde girmiş; Mısırlılar lapis ve obsidyenle Naqada Ic-IIa döneminde (3700-3550) tanışmışlardır. Bu objeler Mısır’a tek bir ticari ağ üzerinden taşınmış olamazlar. Anadolu obsidyeninin Doğu Akdeniz’de dolaşıma girdiği yer büyük olasılıkla Kuzeybatı Suriye’dir. Aynı mantık izlenirse, lapis down-the-line yöntemiyle önce Kuzey Irak’a, Dicle üzerindeki Tepe Gawra yerleşimine, sonra Suriye’ye, dolayısıyla Akdeniz’e, nihayet aracılar eliyle Filistin ve Mısır’a götürülmüş olmalıdır. Ancak Mısır’da lapis ithalatının yoğunlaştığı çağlarda (3700-3300; özellikle 3450-3300), bu değerli taşın erken Güney Mezopotamya kentlerine girişi durmuştur. Lapisin Yukarı Mısır’a ulaşabilmesi için, ister deniz ister kara yolu kullanılsın, mutlaka Filistin ve Aşağı Mısır kıyılarına uğraması gerekir. Oysa binyılın 2. ve 3. çeyreklerinde bu iki ara-bölgede lapis izine rastlanmaz. Yukarı  Mısır’a önce tek-tük, sonraları düzenli biçimde lapis girişi olduğu ise tartışılmaz bir gerçektir (Watrin, 2004: 65-66).

Peki, Yukarı Mısırlıların lapisi kuzey ticaret ağına (Filistin – Sina – Aşağı Mısır) ihtiyaç duymadan Nil Vadisi’ne getirtmiş olmaları mümkün mü? Eldeki arkeolojik bulgulara göre yanıtın müspet olduğunu düşünen L. Watrin, alternatif bir yol öneriyor. Kuzey Irak’tan (Tepe Gawra’dan) Lut Gölü civarına, bugün İsrail-Ürdün sınırını oluşturan Akabe Vadisi üzerinden Akabe Körfezi’ne (Kızıldeniz’in kuzeyi çatala benzer; çatalın doğu ucu Süveyş Körfezi, batı ucu Akabe Körfezi’dir; iki ucun arasına Sina Yarımadası oturur), oradan deniz yoluyla Yukarı Mısır sahillerine (Watrin, 2004: 66-67). Watrin, bu varsayımı iki temel üzerine inşa eder: 1- Söz konusu çağlarda Filistin-Sina-Delta hattında lapis bulunmaması, 2- Tepe Gawra – Lut – Akabe Körfezi koridorunun coğrafi konumu. Eğer mantıki temeli zayıf olmayan bu çıkarım doğru ise, egzotik hammaddelerin/malların Mısır devletleşmesinin beşiği olan Nil Vadisi’ne en az 3 farklı yönden, yani kuzeyden (Nil Deltası ya da Aşağı Mısır’dan), güneyden (Nübye ya da Nil’in daha yüksek kesimlerinden) ve batıdan (Kızıldeniz’den) girdiğini teslim etmek gerekir.

 Uruk ve Mısır’da Silindir-Mühürler: Seçkinlerin Yükselişi

Mısır’ın Uruk (Mezopotamya) dünyasının dolaylı etkisine maruz kaldığı ve bunun devletleşme üzerinde olumlu rol oynadığı hususunda arkeologların kuşkusu yok gibidir. Çömlek stillerindeki benzerlik bir yana, Uruk etkisinin en belirgin kanıtı Uruk kültürünün alâmetifarikalarından silindir-mührün Mısır’da gördüğü hüsnükabuldür. Nil Vadisi’nin ilk silindir-mühürleri Uruk kentlerinden ithal edilmiş, sonraki örnekler ise yerli/Mısırlı zanaatkârlar tarafından üretilmiş olmalıdır. Aslında, Mısır’da bugüne değin topraktan çıkarılan en eski mühür, kireçtaşından imal edilmiş bir damga-mühürdür. Anadolu ve Kuzey Suriye’de de Uruk tarzı silindir-mühürlerden önce bunlar kullanılırdı. Bu damga-mühür, Matmar ile Naqada’nın tam ortasına düşen Naqa ed-Dêr adlı Yukarı Mısır yerleşimindeki bir mezarda keşfedilmiştir ve Naqada IIb (3550-3450) dönemine aittir. Orta Mısır’daki Harageh yerleşiminde, aşağı yukarı aynı devre tarihlenen bir başka damga-mühür bulunmuştur. Mısır’daki en eski iki silindir-mühür ise, sonraki yüzyılda (3450-3350) Naqada mezarlarından çıkarılmış olup yine kireçtaşından imal edilmiştir. Arkeologların ortak kanısı, Mısır’ın kendine özgü mühür geleneğinin olmadığı ve gerek damga gerekse silindir mühür kültürünü doğu komşusu Mezopotamya’dan ödünç aldığıdır. Ama bunları söylerken Mısır silindirmühür desenlerinin Uruk-Warka kentinden ziyade bir Güneybatı İran kenti olan Susa oymacılığından esinlendiğini belirtelim. 4. binyıl Mezopotamya kültürüne adını veren Uruk, pek çok açıdan (nüfusu, yüzölçümü ve devletleşme kapasitesi ile) bir merkez olduğu halde oymacılık sanatında komşusu Susa’yı izlemekle yetinir. 4. binyıl ortasında Mezopotamya kültürünü benimseyip “Uruk dünyası”nın parçasına dönüşmüşse de, silindir-mühür desenleri söz konusu olduğunda Susa hep öncü rolü oynamıştır (Honoré, 2007: 31-34, 41-42).

Uruk kültürünün Nil Vadisi’ne bir nüfus hareketi sonucunda girmediği açıktır; Mısır’da Uruklu göçmenlerin kurduğu hiçbir yerleşim yoktur. Demek ki Mısır’daki Uruk etkisinin nedeni, ticaretten kaynaklanan kültürel öykünmedir. Watrin’in yukarıda aktardığımız alternatif güzergâh önerilerine karşın, Uruk maddi kültürünün Mısır’a Kuzey Mezopotamya (Suriye– Lübnan–Filistin–Sina) üzerinden ulaştığı varsayımı hala en fazla kabul gören yaklaşımdır. Buna göre, mallar Suriye kıyılarından Nil’e kara ve/veya deniz yoluyla ulaştırılmıştır. 4. binyılın ikinci yarısında yalnızca down-the-line modeli uygulanıyor ve uzun-mesafeli ticari ağlar henüz ortaya çıkmamış olsaydı, başka bir senaryo üretmek kimsenin aklına gelmezdi. Ancak lapis için olduğu gibi, silindir-mühür bahsinde de, Büyük Mezopotamya’yı Yukarı Mısır’a bağlayan hattı tarif etmekte yaşanan sıkıntı, Filistin gibi aracı olduğu düşünülen bölgelerde Uruk maddi kültüründen iz bulunmayışıdır. Uruk silindir-mühürlerinin Mısır’a götürüldüğü ya da oralı oymacılar tarafından taklit edildiği bir dönemde, 4. binyılın ikinci yarısında, Filistinli seçkinlerin statülerini sergilemek ve ekonomik kayıtlarını tutmak için bu objeleri kullanmamış oluşu, Watrin gibi yazarların niçin alternatif yollar önerme ihtiyacı duyduklarını açıklamaya yeter. Nitekim meslektaşı Watrin’i izleyen E. Honoré deniz yollarını öne çıkarmaktadır. Ona kalırsa, Basra Körfezi’nden hareket eden tekneler Arap Yarımadası’nı dolanıp Kızıldeniz’e, oradan da “wâdi” adı verilen nehir yatakları sayesinde (debisi düzensiz olan bu yataklar zamanla kurumuşlardır) Yukarı Mısır’a ulaşmış olabilirler. Ne ki, bu tür mantıksal varsayımların somut delille desteklenmediği akılda tutulmalıdır (Honoré, 2007: 42).

Uruk silindir mühürleri Mezopotamya’da mal teslimatını kolaylaştırmak (gönderenin kimliği ile malın miktarını belirtmek) ya da mülkiyet ilişkilerini düzenlemek için kullanıldı. Bunlar yönetim ve işletme ile ilgili sorunlara çözüm getirmek için icat edildiler ve kayıt tutma sistemlerinin parçası olarak kaldılar. Bazı yazarların şeflik olarak tanımladığı “devletleşme sürecindeki karmaşık toplumlar”a özgü bu tip objeler, Mezopotamya’daki gibi Mısır’da da kurumsallaşmanın gelişini haber verseler bile, Uruk kentlerindeki işlevlerini yitirmişlerdir. Mısır’daki ilk silindir mühürler, mülkiyet/teslimat işlerini düzene koymaktan çok seçkinleri toplumun geri kalanından ayırt etmeye yarayan birer süs eşyası, egzotik ve dekoratif birer obje olarak kullanılmıştır. Mısırlılar, silindir mührün Uruk’ta imza yerine geçtiğini biliyor olsalar da, ona yerli seçkinlerin kudretini simgeleyen yeni bir anlam yüklemişlerdir (ziynet eşyası ya da sınıfsal simge). Mezopotamya’dakinin aksine, Mısır’daki silindir-mühürlerin yanında, “içine teslimatın miktarıyla ilgili hesap taşları konan, zarf yerine geçtiği için mühürlenen ve alıcı tarafından kırılarak açılan kil toplar” ile sayısal kil tabletler bulunmaz. Silindir-mühürlerin mezarlara konması, Mısırlıların bunları statü göstergesi saydıklarını kanıtlar. Ama Geç Naqada IId dönemi (3250-3150) mühür örnekleri incelendiğinde, mühür büyüklükleri/desenleri ile kullanılan hammaddenin değiştiği görülür. Mısırlılar, kendilerine has desenler icat ederek Mezopotamyalı sanatkârlara öykünmeyi bıraktıkları bir anda, silindirmühürleri Uruklu seçkinler gibi yönetsel birer araç olarak görmeyi de öğrenmişlerdir (Honoré, 2007: 37, 43).

Silindir mühürlerin oyma desenleri, Mısırlıların Uruk kentlerindeki temalara ve Uruk ideolojisine nüfuz etmekte zorlanmadıklarını gösterir: Mısırlı sanatkâr Uruklu meslektaşının ürettiği mühür oymasını yeniden yaratırken onun anlam dünyasına hiç de uzak değildir. Bu konudaki en ilginç örnek, 5. binyılın ikinci yarısından itibaren Basra Körfezi’nden MalatyaDeğirmentepe’ye kadar Uruk dünyasının (Güney ve Kuzey Mezopotamya) farklı noktalarında karşımıza çıkan “vahşi hayvanlar efendisi” temasının Naqada IIc döneminde (3450-3350) Yukarı Mısır’ın ilk kentlerinden Nekhen/Hierakonpolis’teki bir mezarda görünmesidir. Yakın Doğu’nun bütününde başarılı biçimde taklit edilen bu kompozisyonda, kudretli bir adam kedigiller familyasına mensup iki yırtıcının (aslan?) arasında durur ve onları birer eliyle boğazlarından kavrayıp soluksuz bırakır (Watrin, 2004: 68-71).

 Mısır ve Mezopotamya mühürlerinde yüceltilen “hayvan efendisi” figürü, kuşkusuz bir kahramanı, büyük olasılıkla da her şeye gücü yeten yöneticiyi temsil etmektedir. Binyıl sonuna doğru tasvirlerden yansıyan hâkimiyet ilişkisi değişim geçirir: artık krala boyun eğenler, yırtıcı (aslan) ya da tehlikeli hayvanlar (hipopotam) değil, Nil Vadisi’nden olmayıp Mısır nizamını tehdit eden yabancılardır (Köhler, 2010: 49).

Devletleşme, Takas Ağları ve Zanaatta/Siyasette Uzmanlaşma, 


Mısır, 4. binyıl ortalarında birbiriyle bağlantılı 3 süreç yaşamıştır: yerel seçkinlerin yükselişi; toplumsal tabakalaşmanın belirgin hale gelişi; zanaatta uzmanlaşma. Bu gelişmeler, bir bütün olarak, neolitik köy toplumundan çıkışı haber verirler. Sosyoekonomik statülerini görünür kılıp “mekanik bir meşruiyet ve itaat” elde etmek isteyen seçkinler, toplumsal konumlarını pekiştirmek için başka hiçbir sınıfın ulaşamadığı lüks objelere sahip olmak isterler; bu malların üretimi ise tam-zamanlı ve uzmanlaşmış bir zanaat etkinliği gerektirir (Wilkinson, 1999: 28). Uzun-mesafeli takas, bu üçlünün ortasına oturur: Statü göstergesi malların bir kısmı dışarıdan getirtilebilir, yerli zanaatkârın işleyeceği özel hammaddeler ülke içinde bulunmayabilir.4. binyılda zanaatın başını çeken sektör çömlekçiliktir. Binyıl ortalarına kadar Nil Vadisi’nde üretilen çanak-çömleklerin hammaddesi alüvyonlu (lığlı) kildir. Çömlek bu devirlerde hala ev ekonomisine özgü ilkel teknolojiyle imal edilmektedir; alüvyonlu kile şekil verip fırınlamak diğerlerine nazaran kolaydır. Zanaatta uzmanlaşmanın başladığı, özgün ve çok daha fazla sayıda çömleğin talep edildiği Naqada II (3600-3200) koşullarında ise, işçiliği zahmetli de olsa, Mısır’da bolca bulunan kille karışık kireçli toprak ve çöl kili kullanmak gerekir. Killi-kireçli toprak bezekli çömlek üretimi için idealdir. Yeni malzemeler, özenli bir fırınlama süreci ile yüksek ısıyı zorunlu kılmaktadır. Nitekim binyılın ikinci yarısına damga vuran bezekli çanak-çömlekler, daha üstün bir teknolojinin ve düzeyi daha yüksek bir uzmanlaşmanın sonucudur. Teknolojik ilerleme kadar önemli bir başka gelişme, Yukarı Mısır çömleğinin Aşağı Nil’de yaygınlaşması ve Aşağı Mısır’a özgü usuller ile teknikleri tedrici biçimde tasfiye etmesidir. Sürece yön veren 3 faktörün altı çizilmelidir. 1-Yukarı Mısır çömleğinin teknik üstünlüğü, Aşağı Mısırlıları bu tarz çömlekler üretmeye itmiştir. 2- Kireçli topraktan üretilen bezekli kaplar ile Filistin çömleklerinin taklidi olan tutamaçlı testiler, ileri fırınlama teknikleri gerektirdikleri için Yukarı Mısır’da üretilir ve Aşağı Mısır’a ithal edilir. 3- Bu tür istisnai durumlar haricinde, Yukarı Mısır’daki uzmanlaşmış çömlek atölyeleri dış pazar için de üretirler; teknik gelişmelere ayak uydurmaktan başka çaresi olmayan Aşağı Mısırlılar ise, yeni tip çömlek edinmeye isteklidirler. Delta yerleşmesi Minşat Ebu Ömer’deki mezarlar, Kuzey/Aşağı Mısır’ın güney çömlek tarzından fazlasıyla etkilendiğini kanıtlamaya yeter. Güney maddi kültürü bu höyükte öyle kalıcı bir varlığa sahiptir ki bazı yazarlar Minşat Ebu Ömer’in Filistin-Mısır ticaretinin koordine edildiği bir Yukarı Mısır kolonisi olabileceği ihtimalini bile gündeme getirmişlerdir (Wilkinson, 1999: 28-29).

Geç Bakır Çağı (3600-3300) silindir mühürlerine ve mühür baskılarına bakılırsa, Mısır’ın ilk seçkinleri bölgelerarası takas ağlarını denetleyip ticareti kayıt altına almışlardı. Ortada henüz devlet adını hak edecek bir mekanizma yoksa da, Mısır’ın bürokratikleşme yolunda güçlü adımlar attığı bir dönemdi bu: Bazı mallar, kamusal meşruiyete sahip kişi ya da kurumların denetiminde üretiliyor, depolanıyor ve takasa hazır hale getiriliyordu. Erken seçkinler için prestijli malların kimlerin elinde toplanacağına karar vermek yaşamsal önem taşıyordu, zira ekonomik-siyasal iktidarı sürekli kılmanın kestirme yolu servet biriktirmektir. Devletleşme ile takası denetleme gücü arasındaki bağlantı o denli açıktır ki Mısır devletinin doğum yeri olan Abydos ve Naqada gibi Yukarı Mısır yerleşimleri, aynı zamanda Nil Vadisi’nin ilk ticari merkezleridir. Naqada’daki geniş yapı kompleksinde keşfedilen mühürlü kil objeler, burada çok sayıda personelin çalıştığını, onlar sayesinde büyük miktarda malın depolanıp takasa hazırlandığını kanıtlar. Ne ki, Geç Bakır Çağı’ndaki yönetsel merkezileşme eğilimleri yazılı kayıt tutma pratiğinden yoksundur. Mühür desenleri, yazı karakterlerinden değil resimsel ve geometrik işaretlerden oluşmaktadır. Mısır hiyerogliflerinin ilk örneklerine ancak Naqada IIIa (3300-3200) ya da Ön-Hanedanlar (Protodynastic period: 3300-3100) dönemine girilirken rastlanır (Köhler, 2010: 41).

 Mısır-Filistin hattındaki Erken Bakır Çağı’na (3900-3600) tarihlenen arkaik ticaret, bağımsız tacirler tarafından ve eşek kervanları ile yürütülüyor olmalıdır. Doğrudan ya da dolaylı olarak down-the-line yöntemiyle yapılan takas, Geç Bakır Çağı’nda (3600-3300) daha akılcı biçimde işleyen ve seçkinler tarafından denetlenen yeni bir ticari sisteme evrilir. Artık takas yolları üzerinde birbirlerine ham ve mamul ürün aktaran bölgesel merkezler belirmiştir. Bunlar, ticaretin işleyişine müdahaleyi kazanılmış hak sayan bölgesel seçkinlerin ve onların yanında saf tutarlarsa ticari kapasitelerinin artacağını fark eden tacirlerin çabalarıyla daha da genişlemiştir. Binyıl ortalarında yabancı tüccarın Aşağı Mısır’da ticari faaliyet yürüttüğü kesindir. Zira bugün Kahire ili içinde bulunan Maadi höyüğünde, Mısır mimarisine yabancı ama Levant geleneğiyle uyumlu (yeraltında mal depolamaya yarayan) yapılar keşfedilmiştir. Bu keşif, Filistinli tüccarın Mısır’daki fiziki varlığının açık delili olarak okunabilir (Köhler, 2010: 40).

Mısır’da 4. binyılın son çeyreğine kadar devlet diyebileceğimiz bir toplumsal, siyasal ve ekonomik örgütlenme formu oluşmamıştır. “Devlet”i “devlet-olmayan”dan ayırmak zordur, ancak erken devlet çalışmalarına katkılar sunan antropologların bazı kıstaslarda uzlaştıkları görülür. Buna göre, devletin gelişini haber veren belirtiler, 1- uzmanlaşmış zanaat, 2- meşru yöneticilerin örgütlediği siyasal iktisat, 3- uzun mesafeli ticaret, 4- toplumsal karmaşıklık, 5- bürokrasi, merkezileşme ve 6- tutarlı biçimde tanımlanmış devlet ideolojisidir. Görüldüğü gibi, devleti neolitik köy toplumu ve devlet-öncesi karmaşık toplumdan (bu evreyi “şeflik” terimiyle tanımlayanlar da olmuştur) ayırt etmek için önerilen kıstasların ilk üçü ekonomik, dördüncüsü toplumsal, son ikisi siyasaldır (Köhler, 2010: 38). Bu kıstasların ortaya çıkması için bazı uyarıcıların devreye girmesi gerekir: çevresel koşulların elverişliliği, hızlı nüfus artışı, doğal kaynaklara yakınlık, tarımsal hinterlandın yeterince geniş olması ve ticari yollara erişebilme olanağı gibi. Bu tür uyarıcılar ilk anda köy boyutunu aşan bölgesel merkezlerin belirmesini sağlar, ticari-ekonomik merkezler ise zamanla siyasal iktidarın kurumsallaştığı (ön-devletin laboratuarını oluşturan) yönetsel merkezlere dönüşürler.

 Devletleşme atılımının merkezi Yukarı Mısır ile Geç Hanedan-Öncesi Dönem’de (3300-3100) onunla bütünleşen Aşağı Mısır’ın komşu ülkelerden hangi malları talep ettiklerini saptamakta yarar vardır. 4. binyılda Levant’tan Mısır’a akan malların başında bakır, anavatanı Lübnan olan sedir ağacı, yağ, reçine, şarap ve saklama kapları gelir. Afganistan kökenli lapis lazuli ile sair değerli taşın dağıtım merkezi Kuzey Mezopotamya’dır. Sina Yarımadası’ndan ve (Nil Vadisi ile Kızıldeniz arasındaki) Doğu Çölleri’nden ise, altın, gümüş, türkuaz gibi nadir bulunan mallar ve yarı-değerli taşlar ithal edilir. Kürk, tütsü, reçine, abanoz ve fildişi gibi egzotik mallar için yüzlerini Nübye’ye (Sudan’a) dönen Mısırlılar, obsidyeni Anadolu ve Etiyopya’dan getirtmiş olmalılardır (Köhler, 2010: 40).

. Seçkinlerin Lüks Meta Talepleri ve Ticaret Kolonileri (3300-3000)


Mısır’daki devletleşme, Filistin’le yürütülen ticaretten ve bu bölgede filizlenmeye başlayan koloni tipi yerleşmelerden kesinlikle bağımsız değildir. Hikâyenin giriftleştiği ve tarihin hızlandığı an, Bakır Çağı’nın bitip Bronz Çağı’nın başladığı 3300 sonrasıdır. Devlete hazırlık evresi olan bu yeni döneme ad vermek zordur. Dönemin sınırları aşağı yukarı belli olsa da (3300-3100), adlandırma hususunda fikir birliğine varılmış değildir. “Ön-Hanedanlar Evresi” (Protodynastic period) ya da “Geç Hanedan-Öncesi Dönem” (Late Predynastic Period) gibi tamlamalar mı tercih edilmelidir? Yoksa “Ön-Krallıklar” (Proto-kingdoms), “ÖnDevletler” (Proto-states) ya da “Şeflikler” mi? (Chiefdoms) Hangi kavramı kullanırsak kullanalım Mısır’ın 33. ve 32. yüzyıllarda kritik bir dönemeçten geçtiği açıktır. Zira Yukarı Mısır’daki Naqada höyüğüne referansla Naqada IIIa-b olarak tanımlanan merkeziyetçi kültür Aşağı Mısır’a bu evrede ulaşmış, Mısır’ın bütünleşmesi bu çağda başlamıştır. Dönemin 3 ayırt edici özelliği vardır. 1- Aşağı ve Yukarı Mısır’ın ayrı parçalar olmaktan çıkıp Naqada kültürü altında birleşmesi. 2- Narmer ile 1. Hanedan’ı önceledikleri için 0. Hanedan üyeleri sayılan ön-kralların (Akrep I, Çifte Şahin, İri-Hor, Ka, Akrep-Kral ya da Akrep II) belirişi. 3- Yukarı Mısır (Hierakonpolis, Naqada, Abydos) ile Aşağı Nübye’deki (Mısır-Sudan sınırı: Sayala, Qustul) merkezlerin kurumsallaşma eğilimlerinin hız kazanması (Campagno, 2013: 2, 7).

  Kurucu-Kral Narmer’den Önce: 0. Hanedan ya da Ön-Devletler


Van den Brink, kronolojik kolaylık açısından Naqada III dönemini üç evreye bölüyor. Buna göre, Naqada IIIa (3300-3200), resimsel tasvirlerden yazı kültürüne geçilemediği için ön-kral adlarının bilinmediği 00. Hanedan devrine denk düşer. Naqada IIIb ya da 0. Hanedan döneminde (3200-3100), yazı arkaik biçimde de olsa zuhur etmiştir; artık resim düzeyindeki tasvirler ve yazılı kayıtlar sayesinde ön-kral adları saptanmaktadır. Ön-kral adlarının derlendiği asli kaynak Abydos mezarları olduğundan, 0. Hanedan altında listelenen (Akrep, İri-Hor, Ka) ön-kralların çoğu Abydosludur. 1. Hanedan’ın ve İki Mısır Krallığı’nın kurucusu Narmer de Abydos kral soyundandır. Onun tahta çıkışı, Naqada IIIc dönemiyle (3100-2900) özdeşleştirilen 1. Hanedan’ın doğumunu müjdeler (Raffaele, 2003: 105, dipnot 28). Tam bu noktada, Narmer’in yaşadığı dönemi kati surette saptamanın zorluğu hatırlatılmalıdır. Mısırologlar “Kurucu”nun 3150-2950 arasında hüküm sürdüğünden eminler, ancak sunulan tarih aralığının genişliği Mısır devletinin doğuş öyküsünde gedik açmaktadır. Mısırolog Braun’un aktardığı radyometrik analizlere göre, Narmer’in halefi Aha 32. yüzyılın ikinci yarısında hüküm sürmüş olabilir. Bu durumda, Narmer’in hükümdarlığını 3200-3150 gibi erken bir çağa çekmek bile mümkündür (Braun, 2001: 1283-1284). Elinizdeki metinde ise, Kurucu-kral Narmer’in 3100 civarında hüküm sürdüğü varsayılacaktır.

Abydos kuşkusuz bütünleşme öncesinde Mısır toprağını paylaşan rakip ön-devletlerin en önemlisidir, zira 1. Hanedan’ın oluşumuna zemin hazırlayan krallar buradan çıkmıştır. 0. Hanedan’ın son iki üyesi Ka ile Narmer’e ait serekhler (kraliyet armaları) Aşağı Mısır’ın önemli merkezleri Tarkhan ve Helwan’a kadar ulaşır. Öyleyse, Naqada yayılımı sayesinde Yukarı Mısır’ın maddi kültürünü alan Delta, (ticari amaçlarla ya da ön-kralların memurları olarak gelen) Vadi kökenli toplulukların nüfus hareketine açılmış olmalıdır (Raffaele, 2003: 103). Anlaşılıyor ki Naqada yayılımının (3350-3250) getirdiği kültürel kaynaşma İki Mısır arasındaki ticari etkileşimi (3250-3150) güçlendirmiş; Delta, Yukarı Mısırlıların karar verici konumda oldukları ve belki koloniler sayesinde Aşağı’nın ticari üslerini denetleyebildikleri bir süreçte, Yukarı Mısırlı ön ve erken krallar tarafından ilhak edilmiştir (3150-3050

Mısırologlar tarafından sıkça telaffuz edilmesine karşın, “0. Hanedan” terimi aslında yanıltıcı ve uygunsuzdur. Zira terimi kullanan yazarların hiçbiri, aynı soydan gelen ve aynı toprak parçası üzerinde hüküm süren “kral”ları kastetmez. “0. Hanedan”ın ön-kralları, farklı ve birbirinden uzak bölgesel merkezlere, belki aynı belki ayrı zamanlarda hükmeden ve adları armalarından hareketle konan küçüklü büyüklü siyasal önderlerdir. Bu yüzden, Geç Hanedanöncesi dönemin kralları biçimindeki nötr bir adlandırma dönemin ruhuna daha uygundur. Bu krallar hususunda karşılaşılan başka bir zorluk, yazılı kayıtların yokluğu ve yetersizliğinden dolayı hangi ön-kralın ne zaman ve nerede hüküm sürdüğünün bilinememesidir. Serekh uzmanları bile Mısır’ın rakip ön-devletlere bölündüğü dönemin hükümdarlarını kronolojik sırayla sayamazlar. Bildiğimiz, Mısır’ın büyük bölümüne hükmeden ya da buna yaklaşan önkralların Ka, Akrep II ve Narmer olduğudur. İlk ikisinin adı, Aşağı ve Yukarı Mısır’daki pek çok yerleşime ait eserlerde karşımıza çıkar. Sonuncusu, Mısırlıların kendi tarih algılarına göre İki Mısır’ı birleştirip Krallığı kuran kişidir. Herhalde mitolojinin aktardığı bu anlatı gerçeğe en yakın olanıdır; zira 1. Hanedan’ın hükmü başladığında (3100) 1. Çağlayan’dan Akdeniz kıyılarına uzanan Nil hattı (üç binyıllık Mısır uygarlığı bu coğrafyayı kapsar) Abydos kral ailesine mensup birinin otoritesi altında birleşmiş durumdadır. Narmer olduğu düşünülen kişi başkent Memphis’i Nil Vadisi’ni Delta’ya bağlayan en stratejik noktaya, iki ülkenin birleştiği yere kurar. Siyasal birlik idealine ulaşılmıştır; bu gelişmeyi tanrısal iradenin tezahürü sayan Mısır zihniyetine göre, İki Ülke dışında kalan dünya “kaos toprağı”dır, “tanrısal düzen”in vücut bulmuş hali olan Mısır’da yaşamaksa eşsiz bir ödül (Wilkinson, 1999: 44-45, 48-49).

 İki Mısır’ın birleşmesi olarak bilinen ve 4. binyıl sonuna kadar siyaseten bağlantısız Yukarı ve Aşağı Mısır’ın askeri bir zafer sonucunda bütünleştiğini öne süren anlatının tarihi bir olgu olup olmadığını kuşkuları dağıtacak biçimde kanıtlamak olanaksızdır. Zira antik Mısır zihniyeti, tarihsel olayları, kraliyet ideolojisini sürekli kılmak için ihtiyaç duyulan ve ritüele dönüşen kolektif hatırlama sahnelerinden ayırt etmek yerine onları özdeş görme eğilimindedir. Çoğu Mısırolog, birleşme söyleminin tarihi gerçeklikle uyuştuğunu düşünür; bunun kanıtı olarak da “Narmer Paleti” gösterilir. Palette işlenen ana tema, Aşağı Mısır kralını yenen kudretli bir komutanın İki Ülke’yi birleştirdiğidir. Bütünleşmeyi mümkün kılan muzaffer kralın palette ima edildiği gibi Narmer olup olmadığını bilmesek de, paletin varlığı tek başına birleşme mitinin tarihsel gerçeklerle örtüştüğü varsayımını güçlendirmektedir (Raffaele, 2003: 99-100, dipnot 2).

Arkeolojik veriler, “eşitlikçi toplum” özellikleri gösteren Aşağı Mısır’ın Naqada II’nin bitip Naqada III’ün başladığı yıllarda (3200) Yukarı Mısır’daki merkezileşme eğilimine kayıtsız kalamadığına ve güneye has hiyerarşik toplum modeline uyum sağlayıp köklü bir kültürel dönüşüm geçirdiğine işaret eder. Artık Delta’nın seçkinleri de doğal kaynakların dolaşımını denetlemekte, prestijli meta sahibi olmayı statülerinin gereği saymakta, sosyoekonomik ve siyasal açıdan toplumun geri kalanından farklı olduklarını hissettirmek için ölülerinin yanına egzotik hediyeler koymaktadırlar. Kısacası, Naqada III’e geçiş evresinde, Aşağı ve Yukarı Mısır aynı maddi kültürü ve toplumsal yapıyı paylaşmaktadır; Vadi ile Delta, devlet otoritesi altında bütünleşmeye hazırdır (Wilkinson, 1999: 30).

Mısır devletin doğum yeri güneydir. Zira Yukarı Mısır’ın arazi koşulları sulamalı tarıma uygundur, Vadi’nin verimli alüvyonlu toprağı ihtiyacı aşan bir üretim kapasitesine sahip olduğundan servet biriktirmeye elverişlidir. Yukarı Mısır’da Nil’i doğudan ve batıdan çevreleyen, doğal kaynak bakımından da zengin olan çöllere ulaşmak kolaydır; büyüklü küçüklü dere yatakları, debileri düzensiz olsa ve yazın kurusalar da çöllerle nehir havzası arasındaki mesafenin aşılmasını sağlarlar. Bu doğal kaynaklar, statü kaygısıyla tüketen (gösterişçi ya da sosyal statü kazanma amaçlı tüketim: “conspicuous consumption”) ve devlet seçkinlerine dönüşecek olan yerel önderlerin talep ettiği lüks malların üretimine yaradıkları için devletleşmeyi hızlandırırlar. Böylesi bir ortamda, ticari yolları etkin biçimde denetleme gücü olan, yakın hinterlantları kendilerine bağlamakla yetinmeyip daha geniş bir coğrafyadaki ticari ağların oluşumuna ve işleyişine müdahale edebilen “bölgesel merkez”lerin doğması kaçınılmazdır. Siyasal iktidarlarını kurumsallaştıran (uzun vadede devleti keşfedecek olan) seçkinler uzun yürüyüşlerini bu merkezlerden başlatmışlardır (Wilkinson, 1999: 30).

Yukarı Mısır’ın İlk Ticari Merkezleri: Abydos, Naqada, Nekhen


Yukarı Mısır devletleşmesinin çıkış noktası olarak 5 merkezin adını saymıştık: (kuzeyden güneye) Abydos/Thinis, Naqada, Hierakonpolis (Nekhen) ve aslında Aşağı Nübye yerleşimleri olan Sayala ile Qustul. Bunların her biri, Mısır Krallığı’nın kurumsallaşmasına katkıda bulunan bölgesel merkezlerdir. Abydos’un önemi, kraliyet ikonografisinin (erken seçkinlerin şekillendirdiği güç merkezileşmesini haber veren resimsel ifadelerin) ilk burada belirmesinden kaynaklanır. Abydos’ta iktidarın kurumsallaşmasıyla kentleşme arasında doğrudan bir bağlantının olduğu sezilir. Mezopotamya devletleşmesi hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kentleşmenin ürünü iken, Mısır’da devletin henüz kent olmamış bölgesel merkezler üzerine kurulduğu, meşruiyetini bunları bir kraliyet ideolojisi etrafında bütünleştirebilmesinden aldığı görülür. Abydos, kente doğru bir adımsa da, çağdaşı olduğu Mezopotamya kentleriyle, hele (20-40 000 kişiyi bir kimlik altında birleştirmeyi başarmış) Uruk’la karşılaştırılamaz. Yine de o, (Hierakonpolis’le birlikte) erken Mısır tapınağının ilk örneklerinin inşa edildiği iki yerleşimden biridir. Tarihi kayıtlardan, Abydos mezarlarına gömülen seçkinlerin This/Thinis adlı yakın bir mahalde ikamet ettikleri anlaşılır. Mısırologlar, This’in coğrafi konumunu belirleyebilmiş değillerdir. Ortada This’e ait bir harabe yoksa da, genel kanı onun eski Abydos ile modern Girga kenti civarında konumlandığı, belki Girga’nın This kalıntıları üzerinde yükseldiği yönündedir. İşte bu yüzden, This ile Abydos birbirinden ayrı düşünülemez. Sonraki dönemlere ait yazılı kayıtlar, This’in 1. Hanedan’a, dolayısıyla erken devlete başkentlik yaptığını gösteriyor; Abydos mezarlarının büyüklüğü ve zenginliği de bu yerleşimin Geç Hanedan-Öncesi Dönem’de ya da “Ön-Hanedanlar evresi”nde diğer bölgesel merkezlerden daha üstün konumda olduğunu kanıtlamaya yeter. Mısır devletinin doğum sancılarının başladığı bir döneme (3200) tarihlenen Abydos U-j mezarı, bu yargının en somut delilidir: Bir ön-krala ait olduğu sanılan mezarda firavunların ellerinden düşürmedikleri (çoban değneğine benzeyen) kancalı asanın ilk örneğine rastlanmıştır. Mısır’ın en bilindik kraliyet sembollerinden birinin U-j mezarındaki hediyeler arasında (bu örnekteki kancalı asa fildişinden yapılmıştır) görünmesi mezar sahibinin statüsü hakkında hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktadır. Bahsi bir noktayı daha hatırlatarak kapatalım: U-j, çağdaşı olan diğer bütün mezarlardan geniştir. Bugüne kadarki kazılarda onun boyutuna erişebilen başka bir mezarın daha bulunmadığı düşünüldüğünde, U-j mezarında yatan ön-kralın Nil Vadisi’nin büyük bir kısmında hâkimiyet kurduğu kolaylıkla öne sürülebilir (Wilkinson, 1999: 33-34).


Evet, Abydos U-j mezarının göze çarpan ilk özelliği büyüklüğüdür (9.1 x 7.3 = 66.43 m 2 ). Mezarda sonraki dönemlerin kraliyet sembolü kancalı asa dışında, Levant’tan (LübnanFilistin’den) ithal yüzlerce şarap testisi, titiz bir işçilik gerektiren ve yapımında fildişi ile obsidyen gibi değerli malzemeler kullanılan objeler, hatta en eski yazı (hiyeroglif) örnekleri bulunmuştur. Arkaik Mısır yazısı yüzlerce kemik parçası üzerine 2-3 işaret içerecek biçimde nakşedilmiştir. Arkeologların kemik etiket adını verdiği objeler, sicim parçasıyla bağlandıkları çömleklerin içindeki malın miktarını, türünü, geldiği yeri ve göndericiyi tanımlıyor olmalılar. Öyleyse, Mezopotamya’daki muadili gibi, Mısır yazısı da hesap tutma ve merkezi bir kurum için mal depolama ihtiyacından doğmuştur. Abydos kemik etiketlerinin en sofistike olanı, (sonraki dönemlerde de aynı karakterlerle yazılan) Nil Deltası’nın güneydoğusundaki Bubastis yerleşimini tarif eder. Abydos Kralı, ya bu kadar erken devirlerde bile (3200) hâkimiyet alanını Delta’ya (Aşağı Mısır’a) kadar yaymayı başarmıştır ya da Delta’nın zanaatkârlarına prestijli mal sipariş edebilecek denli ayrıcalıklı bir statüye sahiptir. Bulgular, Abydos seçkinlerinin büyük miktarda prestijli mal elde edebildikleri, zanaatkârlık ve yazıcılık gibi mesleklerin onların denetimi altında biçimlendiği hususunda şüpheye yer bırakmıyor. Toplum, ekonomik ve siyasal açıdan güçlü yöneticiler tarafından tabakalara (zanaatkârlar, ustalar, çiftçiler, işçiler) bölünmüş görünmektedir. U-j mezarındaki çömleklerin kayda değer bir kısmı akrep tasvirleriyle süslenmiştir, bu yüzden mezar sahibinin 0. Hanedan’ın ilk üyesi (Akrep I adıyla bilinen ön-kral) olması muhtemeldir. Devletleşme bu mezarda yatan ön-kral zamanında kritik evreyi aşmış olabilirse de, ortada ülkenin tamamını bütünleştiren bir siyasal iktidar bulunmadığından Mısır devletinin doğduğuna hükmetmek için vakit erkendir. Mısır hala ön-krallıklardan/ön-devletlerden oluşan çoğul yapıdan çıkamamıştır (Campagno, 2013: 4-5; Wilkinson, 1999: 34; Wilkinson, 2011: 26; Köhler, 2010: 44).

Hanedan-Öncesi Dönem’in 5 önemli merkezinden biri de, adını (4. binyılın neredeyse tamamı için) “Yukarı Mısır maddi kültürü”ne veren Naqada yerleşimidir. Naqada, Nil’i Kızıldeniz’e bağlayan ve maden bakımından zengin bölgelerden geçen Hammamat adlı su yatağına (wâdiye) çok yakın bir mahalde kurulmuştur. Tarihi devirlerdeki adı Nubt (altın kenti) olduğuna göre, yerleşimin 4. binyıl ortalarında ulaştığı refahın kaynağı herhalde doğu çöllerinden getirilen bu değerli metalin Nil Havzası’na ve hatta Mısır dışına Naqada üzerinden dağıtılmasıdır. Kesin olan, Naqada II döneminde (3600-3200) yerleşimi yöneten yerel seçkinlerin bariz biçimde zenginleşmeleri, kendilerini nüfusun geri kalanından ayırt etmek için çaba göstermeleridir. Doğmakta olan kraliyet ideolojisi adını saydığımız 5 merkezin ortak katkılarıyla biçimlenmiştir. Abydos nasıl tarihi devirlerde süreklilik kazanan bazı sembollerin anavatanı ise, Naqada’nın yerel tanrısı Seth ile Hierakonpolis’in yerel tanrısı Horus da Erken Hanedanlar Dönemi’nde (3100-2700) krallıkla bağlantılı (kralın bedeninde cisimleşen) tanrısal figürler olarak Mısır devlet ideolojisinin oluşumuna doğrudan katılırlar. 1. Hanedan’ın (3100-2900) kraliçelerine yakıştırılan bir unvan Horus ve Seth’i görendir; zira onlar Horus ile Seth’in krallığını yönetenlerin seçkin eşleridir (Wilkinson, 1999: 30-32).

Ön-Hanedanlar Dönemi’nin (3300-3100) 3. merkezi Nekhen, Yunanca adıyla Hierakonpolis’tir (şahinler kenti); o, Hanedan-Öncesi Dönem’in en geniş sınırlara sahip yerleşimidir. Naqada gibi, Nekhen’i de doğu çöllerindeki maden yataklarına bağlayan bir su yatağı (Wâdi Abbad) vardır. Onu diğer iki Yukarı Mısır merkezinden farklı kılansa, Aşağı Nübye’yle komşuluğudur. Nekhenli seçkinler bu sayede Sahra Çölü’nün güneyi ile Mısır arasındaki işlek ticaret yolunun nimetlerinden yararlanırlar. Yazılı kayıtlara bakılırsa, 0. Hanedan’ın son üyeleri (Nekhenli) Akrep II ile (Abydoslu) Narmer, kentin tanrısı Horus onuruna topuz başları ve paletler yaptırıp bunları krallıkla özdeşleştirilen Şahin-Tanrı’ya sunmuşlardır. Aşağı ve Yukarı Mısır’ın birleşmesini öyküleyen Narmer Paleti’nin keşfedildiği yer de burasıdır. Mısırologlar, Mısır devletinin kurucusu kabul edilen Narmer’in Abydoslu ön-kralların soyundan geldiği hususunda birleşirler. Britanyalı Mısırolog Wilkinson, AkrepKral’ın (Akrep II’nin) ise, Hierakonpolis’i yöneten aileye mensup olduğuna inanır: Hierakonpolis’teki tapınakta Akrep-Kral’ın hükümdarlığını simgeleyen bir topuz başı bulunurken Abydos’ta benzer bir objeye rastlanmaz. Bu durumda, iki merkezin denk güçte iki krallık barındırdığı öne sürülebilir. Wilkinson’a göre, Nekhenli Akrep II’nin iktidarı sona erdiğinde, meydan Abydos kralına kalmış ve bu şahıs İki Mısır’ın tek hükümdarına dönüşmek için önemli bir engelden kurtulmuş olabilir (Wilkinson, 1999: 32, 42).










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder